Sunday, 30 October 2016

Yardımcı Terapist💙


Sizce de enteresan değil mi? Dünya genelinde, en sevdiğiniz renk nedir, diye sorulduğunda alınan cevap genellikle "mavi" oluyormuş.

Bakın, 'The Psychologist' dergisinin Ekim ayı sayısında, deniz için nasıl bir benzetme de bulunulmuş? O bir "yardımcı terapist (co- therapist) 💙" gibidir denilmiş. Sizi bilemem ama ben bu benzetmeyi ona çok yakıştırdım😎.

Psikoloji alanında yapılan araştırmlar, denizde yapılan sörf vb.su sporlarının psikolojik sağlığımıza iyi geldiğine işaret ediyor. Bunun yanında, ruh ve beden sağlığımız için iyi gelen; yürüyüş, koşu, bisiklet, jimnastik, yoga vb sportif aktivitelerinin de deniz kıyılarında yapıldığı takdirde, o kişi için çok daha da iyi geleceğine, denizin, bu esnada bir yardımcı terapist rolü üstlenerek, süreci pozitif yönde destekleyeceğine vurgu yapılıyor.

Bununla birlikte, naçizane bendeniz, onun başlı başına, tam da oradan öylece, karşınızda durup-durduğu yerden, zaten ruhunuza iyi geldiğine inananlardanım! 

Bir kere, 'mavi' rengin ruha nasıl iyi geldiğini pek çoğumuz biliriz değil mi? Bir nevi, ruhun sakinleştircisidir mavi💙 renk. Modunuzu yüksekte tutar, tabiri caiz ise! Mavi boyanın; işyerleri, okul vb. çalışma ortamlarda kullanıldığı takdirde; orada bulunanlar için performansı attırıcı bir etki yapabileceğinden bahsedilir. Hastahanelerde, hastaların daha pozitif bir duygu durumunda olamaları için, mavi rengin kullanılması önerilir. 

Mesela, bir rivayete göre de İngiltere'deki meşhur köprü 'London Blackfriar Bridge', oradaki intihar olaylarını düşürmek maksadıyla, maviye boyanmıştır. 
 
O halde, mavi bir denizinizin yanında bir de mas-mavi pırıl pırıl da bir gökyüzünüz varsa, hiç durmayın derim. Bir fırsatını buldukça, atın kendinizi deniz kıyılarına, hemen oracıkta pozitif enerjiniz artıversin. Mümkünse  çocuklarınızı da alıp gidin. İnanın onlar için de süper bir etkinlik olacaktır.  Bu öneri, başlangıçta çocuklar için çok cazip gelmese, sıkıcı bir teklif gibi görünse de deneyimlerimizden biliyorum, oraya vardıklarında ayrılmak istemeyeceklerdir🙏🏻. Denize taş atmak için can atacaklar;  size, hiç düşmeden kayalıkların üzerinden nasıl da yürüyebileceklerini göstermek, kendilerindeki o cesaret ve gücü ispat  edebilmek için biraz daha kalalım diye, ısrar bile edeceklerdir🙈. Bu süreçte, farkında olmadan, birikmiş fazla enerjilerini atacak, o gün sizinle güzel bir zaman geçirecek, oksijene doyacak, akşama mışıl mışıl ve  günlük sporların yapmış bir şekilde yatağa gidecek, ertesi güne gözlerini zinde açmış ve yeni güne de mutlu başlamış olacaklardır.  

Bakın benden söylemesi, tüm bunların yanında da 'psikolojik terapi size bedavaya 💙 geliyor🎈.

Nasip olur da ben de kavuşursam tekrar denizime kavuştuk işte bir daha!" diyerek kendimi kıyılarına atacağım. Sonra da yürüyeceğim doyasıya. O esnada dalgaların sesine, martıların telaşına dalacak ufukların ardına dalacak gözlerim ve zihnim. Bu arada, hep yalnız da yürümem ben, yüksek ihtimal çoluğu-çocuğu da takarım peşime 💕🎈.

Eee, yardımcı terapistime kavuşuncaya kadar mı ne yapacağım peki? Ben şimdilik, arasıra bulduğum güzel ama suni, yeşile bakan göllerimizin çevresinde, arasıra da yemyeşil kırlarda yürüyerek" yeşilin üzerimdeki etkisini💚"test etmeye devam edeceğim🍏 Gerçi bu aralar,  sonbahar renkleri var gündemimizde🍁ama olsun bir fazla iki eksik dokunmaz bana:) 

Thursday, 16 June 2016

Anne- Babalara Karne yok mu?

Şu günlerde çocukların kalpleri, ellerine alacakları karneler için çarpıyor. Dileğim o ki, eğitimciler ve aileler olarak, çocuklarımızın, tüm eğitim ve öğretim yılı boyunca göstermiş oldukları gayreti, hep birlikte kutlayalım; sevinçlerini, heyecanlarını, kalp atışlarını duyalım, duyduğumuzu onlara koşulsuz sevgimiz ile gösterelim!

Bu yazımda sizlere sorum şu olacak: çocukları okullara gönderme sorumluluğunu üstlenmiş, onlardan başarılı birer karne getirmesini bekleyen,
siz anne-babalara verecek bir karnemiz yok mu bugün? Neden ebeveynler için de birer karne olmasın? En azından bu karneler aracılığı ile tıpkı çocuklar gibi onlar da kendileri ile yüzleşmesin? Ailelerin üzerlerine düşen sorumluluklarla ilgili, kendilerine yöneltilmiş bir takım soruların cevaplandırmalarının, kazanacakları iç görü açısından, faydalı olacağına inanıyorum. Bu iç muhasebe sonucunda, bakalım kimler takdir, kimler teşekkür alacak? Hatta merak ediyorum aranızdan, "üzgünüm ama, bu sene, ben sınıfta kaldım!" diyecek anne-babalar çıkacak mı? Kendine başarısız bir karne veren ya da sınıfta kalan anne-babalar; geriye bir dönüp hatalı oldukları, eksik bıraktıkları konuları şöyle bir gözden geçirmelidir. Gerekirse, çok geç kalmadan, konu ile ilgili uzmanlardan yardım istemelidirler. Sınıfta kalmalarına sebep olan, problemlerin çözümüne ulaşarak, bir sonraki eğitim- öğretim yılına güçlü ve yenilenmiş olarak başlamalıdırlar. Gözlemlerim öyle gösteriyor ki, eğer bu problem vaktinde çözülmez ise " kabak gene, en sonunda, gidip-gelip çocukların kafasında patlayacak!".  Çocuklar büyüyünceye kadar, önemsenmeyen, dikkatten kaçan problemlerin, neredeyse tüm sorumlusu, gözümüze artık büyümüş görünen, delikanlı ve ya genç kız görünen, ergen veya gençlerin olacak gene! 

Özetle; çocuklarımızın eğitim ve öğretiminde, arzu edilen başarıya ulaşabilmeleri için, aileler; çocukları ve okulları ile birlikte işbirliğinde  olup, kendi üzerlerine düşen görevleri, titizlikle yerine getirmelidir. 
 
Aileler, okulu desteklemelidir dediğimde, belki de pek çoğunuzun aklına, hemen maddi yardımlar geliyor, ama benim burada en azından bugün, destekten kastım bu değil! 

Ailelerin okulu ne şekilde destekleyebileceği üç genel başlık da toplanıyor genelikle: 

1. Evlerden eğitim-öğretim  2. Okul ile sağlıklı iletişim 3. Geri bildirim.

1. Evlerden eğitim-öğretim  : 

Günlük yaşamda, çocuklara kazandırılmış olan; düzenli uyku, sağlıklı beslenme, egzersiz, okuma alışkanlığı vb. rutinler, öğrenme süreçlerini pozitif yönde etkiler. Dolayısıyla aileler, bu konuya özenli, planlı-programlı yaklaşmalıdır. Çocuklar ile iletişimin sağlıklı bir şekilde kurulmuş olması, gerek okul ortamında, gerekse evde yaşadıkları problemlerin, zamanında  fark edilip, çözümlenmesi açısından büyük değer taşır. Bu sayede gerek çocuk gerekse anne- baba, kendini içerde ve dışarıda, çok daha iyi ifade eder, dinlemeyi, çözüm aramayı, yardım istemeyi bilir. Dolayısıyla çocuğun o anda yaşadığı problemlerden kaynaklı oluşacak, stres düzeyini düşürürken, öğrenme düzeyini yükseltmiş olur. Çocuklara kazandırılmış olan temel ahlaki eğitim ve sosyal yaşam becerileri, okula gittiklerinde arkadaşları, öğretmenleri arasındaki ilişkinin yapı taşlarını oluşturur aynı zamanda, okul ortamında diğerlerine iyi birer örnek olurlar. Bu deneyimler onlarda kendilerine karşı saygı ve  güvenini artırı.

2.Okul ile sağlıklı iletişim

Nasıl ki çocuklarımıza, gözümüzü, kulağımızı açıyorsak, aynı şekilde okulumuzdan gelen seslere, duyurulara, çağrılara karşı da gözümüzü kulağımızı açmalıyız! Unutmayalım, çocuklarımız günün büyük bölümünü okullarda geçirmektedir! Evlerimizde olup bitenlere duyarsız kalamayacağımız gibi okulda olup bitenlere, bizlerden beklenen yardıma karşı da kayıtsız kalmamalıyız! Okul ailelerden, çocuğunu tam zamanında, güvenli, sağlıklı, hazırlıklı bir şekilde okula bırakmış olmasını bekler. Bu alışkanlık her iki taraf içinde geleceğe yönelik ciddi bir kazanımdır. Önemli gerekçeler olmadığı sürece, aile çocuğun okulu aksatmaması, düzenli olarak gitmesi yönünde motive ve teşvik etmelidir.  Aksi takdirde,  öğretiminde oluşacak açığı kapatmak pek çok yönden sıkıntıya sebep olacaktır. Bu yaşlarda üzerine aldığı bu sorumluluğu ve verdiği sözü  ciddi bir şekilde, yerine getirme alışkanlığını kazanan çocuklar, gelecekte bu tutumlarını işlerine, kuracakları aile ortamına yansıtır.  Düzenlenen veli toplantıları, aile seminerleri, ödül törenleri eğitimin bir parçasıdır ve bu proglamlara, maksimum katılım sağlanmalı, ihmal edilmemelidir. Bir çocuğun, matematik dersini kaçırması sonucunda, nasıl bir boşluk oluşur ve bu durum takviyeyi gerektirirse, toplantı,seminer vb  programları kaçıran ailelerde de buna benzer bir boşluk olur ve maalesef çoğu zaman bunların takviyesi olmaz! Bu tip ailelerin, giderek okul ortamından uzaklaştığı ve yabancılaştığını gözlemleyebilirsiniz. Çocuklar için düzenlenen ödül törenlerine katılmanız, gösterilerini izlemeniz onlara olan takdirinizi, ilginizi, desteğinizi göstermesi açısından bulunmaz bir fırsattır. Onları, okulun düzenlemiş olduğu gezilere, olabildiğince dahil etmeniz halinde, arkadaş ortamında eğlenmelerinin yanısıra, sosyalleşme, okulda öğrendiklerini uygulama, ,pekiştirme gibi avantajlara sahip olacaklardır. 

3. Geri Bildirim

Okulların kendilerini görebilmeleri, eğitim_öğretimin gidişatını gözlemleyebilmeleri için, sizlerden gelecek geri bildirimlere ihtiyaç vardır. Evlere gönderilen anketlere, mektuplara,  yüksek ölçüde cevap vermeniz, hem kendi, hem çocuklarımızın geleceği açısından, titizlik göstermeniz gereken sorumluluklar arasında olmalıdır. 

Buraya kadar, öğrenci velilerinin, evlerinde çocukları ile kuracağı düzenin, ayrıca çocuğun okulu ile kurulacak sağlıklı ve doğrudan işbirliğinin, başarılı çocuklar, başarılı bir gelecek için ne kadar önemli olduğuna İşaret etmeye çalıştım. Şimdi de sizlerden, aşşağıdaki anket sorularını cevaplandırarak objektif bir değerlendirme yapmaya davet ediyorum. Bakalım en sonunda karneleriniz ne gösterecek?!

Öğrenci velisine ait sorumlulukları, değerlendirme karnesi: 
( Puanlamayı, karne notlarını, 5 den 1 e kadar verdim. Burada alabileceğiniz en yüksek ve en iyi not 5'dir en kötü ve en düşük not 1 olacaktır) 

1. Çocuğumun okula düzenli, kesintisiz zamanında gitmesini sağlar, gidemeyeceği gün ya da saatleri okula/ öğretmenine bildiririm.
A-5  B-4 C-3 D-2 E-1

2. Çocuğum okula giderken kılık ve kıyafetinin, okul yönergesine uygun olmasını temin ederim. Okul içi kurallara uyması, okula ait eşyalara özen göstermesi yönünde bilinçlendirir, teşvik ederim.
A-5  B-4 C-3 D-2 E-1

3. Çocuğumun okula, ödevlerini tamamlamış olarak gitmiş olmasına dikkat eder özen gösteririm.
A-5  B-4 C-3 D-2 E-1

4. Okula giderken, eşyalarını eksiksiz götürmesi yönünde gerekli tedbiri alır, desteği sağlarım, ihtiyacı olan eşyalarını zamanında temin ederim. 
A-5  B-4 C-3 D-2 E-1

5.Okulun öğrencilere yönelik düzenlemiş olduğu etkinliklere, katılmasını teşvik ederim. 
A-5  B-4 C-3 D-2 E-1

6.Okulunda, aktif rol alması yönünde çocuğumu cesaretlendiririm. 
A-5  B-4 C-3 D-2 E-1

7. Öğrenci veli toplantı, ödül töreni, seminer, gösteri vb programlara katılırım.
A-5  B-4 C-3 D-2 E-1

8. Okula vermiş olduğum, gerekli bilgilerdeki herhangi bir değişikliği, gecikmeden güncellerim.
A-5  B-4 C-3 D-2 E-1

9. Hasta olduğu, okula gitmediği günlerde okul ile kontakta olur, eksiklerin takviyesine destek olurum. 
A-5  B-4 C-3 D-2 E-1

10. Eğitim-öğretimini etkileyecek herhangi bir problemi okul ya da ilgili kişi ya da kişilerle paylaşır, çözümü için gerekli tedbirleri alırım. 
A-5  B-4 C-3 D-2 E-1

11. Okulu ilgilendiren herhangi bir problem karşısında karşılıklı iletişime açık olur, gerekli adımları atmak için gayret ederim.
 A-5  B-4 C-3 D-2 E-1

12. Çocuğumun evdeki yeterli uyku, sağlıklı beslenme, dinlenme, haraket etme, huzurlu yaşam ortamı vb. sağlama noktasında gerekli zemini oluştururum. 
A-5  B-4 C-3 D-2 E-1

13. Okul dışı çevrede, çocuğumun yaşına ve gelişim seviyesine uygun olabilecek; fiziksel, sosyal, duygusal yönden sağlıklı ortamı hazırlamaya, ona sunmaya özen gösteririm.

A-5  B-4 C-3 D-2 E-1

Yukarıda sizler için hazırlamış olduğum anketin ismine, ister karne, ister veli- okul anlaşması diyelim, ama lütfen bu soruları arasıra kendimize soralım! Veliler, eğitimciler, çocuklarımızın çevresindeki yetişkinler olarak bu konuya özen gösterelim, başarıya ve mutlu mezunlara giden yolun; birlikte olmaktan, elele haraket etmekten geçtiğini sıkca hatırlayalım, çevremize uygun bir dille hatırlatalım. 

Önce tüm sevgili öğrencileri, okullarında göstermiş oldukları gayret ve başarılarından ötürü tebrik eder; ardından onlarla birlikte kıymetli ailelerine, mutlu bir yaz tatili geçirmelerini dilerim . Sevgiyle ve sağlıcakla kalın🍀

Thursday, 5 May 2016

Çocuk Psikolojisinin P'si !!



Ne güzeldir evimiz 
İçi dışı tertemiz 
Ah bir gelip görseniz 
Siz de çok severdiniz💚

Okuduğunuzda içinizi ısıtan, huzurla dolduran bu dizeler, hayatında okula gitme şansı yakalayamamış bir annenin, kızına ezberlemesi için yardım ettiği bir ilkokul şiiri, kızından ise annesine bir ilk okuma armağanıymış!  

Evet bir zamanlar, memleketin  ya da anadolunun pek çok annesi gibi bu küçük kızın annesi de okul sıralarına oturma fırsatını bulamamış aslında! Okul koridorlarını, sınıflarını dolduran eşsiz havayı teneffüs etmemiş, bahçesinde arkadaşları ile koşup "ebelemece" oyunu oynayamamış, ip atlamamış, top koşturmamış, arkasına dönüp baktığında gülerek hatırlayacağı arkadaş kavgalarının tadına, tüm sınıfa ya da okula çıkıp ezberlediği şiiri okumanın unutulmaz heyecanına varmamış belki,ancak  bu arzunun yerini doldurmak için midir bilinmez ne içindir bu masalda bilinen bir şey varmış ki kendisini çocukların eğitimine adamış olduğuymuş. Hayata olanca kuvveti ile asılmanın çok çalışmanın; önce kişinin kendisine, sonra çevresine ve daha sonra vatanına faydası olacağına inanmış. Bu yoldaki mücadelesini, inancını, sadece kendi çocukları ile sınırlandırmamış; herzaman yakın çevresi, komşuları, hatta karşılaştığı herkes için de  bir anne, bir abla, hala, teyze ya da bir komşu olmuş.
Kısaca kendisini sanki eğitim yolunda  bir kelime öğretmenin, buna sebep olmanın sevabına, manevi değerine adamış. 

Bu çalışkan ve de melek yüzlü annenin okuma-yazmayı öğrenme macerası, eşinin, çocuklarının babasının, gurbete gitmesi ile başlamış. Önceleri tek arzusu, gurbetten gelen mektupları kendi kendine okuyabilmek ve geriye iki-çift kelam yazabilmek olmuş. Çevresinde her kim okuma yazma biliyorsa, onlardan "bir kelime" okuma öğrenmek için yardım istemiş ve sonunda başarılı olmuş. Artık heceleyebiliyormuş, daha çok ama daha çok okursa; bir gün çok daha hızlı ve de güzel okuyabileceğinin farkında imiş. Bunun için eline ne gelirse okumaya çalışırmış. En çok da gazete okumayı sevmiş. Çünkü çevresinde olup bitenleri okuyup, öğrenmeye, öğrendiklerini paylaşmaya merakı çokmuş. İşte tüm bu hevesi, ilgisi yüzünden; çocukları da okullar nereye kadar gidiyorsa, oralara kadar okusunlar istermiş. Okusunlar da hayranı olduğu öğretmenler, bir zamanlar köyünde bulamadığı doktorlar, hatta ve hatta memleketini idare eden insanlar gibi olsun istermiş hep. 

Kendisini bekleyen için onca işin arasında, çocuklarının ödevlerine yardım etmeyi ihmal etmezmiş hiç! Hayatında hiç okula gitmemmiş bir anne nasıl mı destek olurmuş, çocuklarının derslerine? Kendisinin henüz okumayı sökmediği ya da ancak heceleye bildiği o yıllarda, bakın ,yukarıda bir kıt'asını okuduğunuz şiiri ezberlemesinde kızına nasıl yardım edermiş? Küçük kız öne şiiri okurmuş annesine, sonra kağıdı teslim edermiş ki anneciği onu takip etsin ! Kızının her denemesinde "aferin kızım, çok iyi gidiyorsun çok az kaldı, nerdeyse hepsini ezberledin..." Meğerse şiiri okuyarak takip edemeyen anne, küçük kızı şiiri okuduğunda onu çoktan ezberlemiş de öyle kontrol ediyormuş! Anne ya da kızı oldu da çok zor bir ödev ile karşılaştıysalar, bu defa onlara yardım edecek birini bulur onlara öğretmesini rica edermiş. Böylece; okula verilen görevi yapmadan gitmek istemeyen küçük kız da ona yardım eden anne de üzerlerine düşeni yapmış olmanın verdiği huzurla gidermiş yatakalarına.   Masal kahramanı sevgili Anne, bunları yaparken tabiri caiz ise "çocuk ve anne psikolojisinin" "p " sini bile bilmezmiş! Meğer "kalbi ile yapıyormuş" herşeyi. Çocuklarını o sımsıcak kalbinden gelen ses ile büyütüyor, hatta besliyormuş! Çocuk psikolojisinden habersiz, en doğrusunu yapıyormuş anne  "sevgisi ile büyütüyormuş" çocuklarını. Onlara, bir ömür boyu adımlarını sağlam basabilmeleri için gerekli olacak en temel dersi veriyormuş. Bu temel dersin adı: "SEVGİ" imiş, "CESARET"imiş, "KENDİNE GÜVEN" imiş. Böylece anne; yapı taşlarını yerleştiriyormuş çocuklarının kalplerine. "Bunlarla kucaklayacalsınız dünyayı, en çok istediğinizi elde edebilmek için, bunları kullanacak, bunları kuşanıp yola çıkacak, bunlarla mücadele edeceksiniz. Doğru olduğunu bildiğine, ileride olmak istediğin emeline kavuşmak için bunları kuşanacaksın. 

Gün gelmiş küçük kız büyümüş; anne olmanın ilk ve en önemli dersini de biricik annesinden almış. " Kızım eğer çocuğun uyumuyorsa yapacağın iş: onu sıkıca bağrına, yüreğine basmak plsun. Onu kalbinin sıcaklığı ile ısıtmalı, sevmeli ve  sevildiğini hissettirmelisin.Bu bilgi sadece onu değil, seni de besleyecekdir. Bir yavruyu sararken, koklarken aslında cennet kokusunu çekersin içine ve farkedrsin ki bu insanı mest eden koku senin ruhun nasıl da doyurmaktadır ömür boyu tükenmeyen sihirli bir enerji vermektedir, çalışmaktan bitap düşmüş bedenine. Genç anne adayı kızına, bunları tembihleyen anne; aslında şunları demek istiyormuş kendi yavrusuna bu tavrınla "sevgin ile büyüttüğün, koklayarak uyuttuğun çocuğun için; gözlerini açmış olduğu dünya, mana kazanacak ve kendi kendine diyecek ki: iyi ki gözlerimi açmışım dünyaya, küçük yüreğimin tedirgin olması, annemin korkması için hiç bir sebep yokmuş meğer. İşte burada da seviliyor, ilgi götüyorum ve güvendeyim, şimdi annemin kucağında mışıl mışıl uyuyabilirim.".  

Günlerden "Anneler Günüymüş" küçük kız annesinden aldığı ders ve destek ilr okuma yazmayı öğrenmiş. Şimdi gül yüzlü amnesine, güzel bir armağan verme sırası onda imiş. O gece yatmadan önce, ilk okul kitabında "Melehat Uğurkana'nın " anneler için yazdığı şiiri ezberlemiş ve sabah gözlerini açar açmaz yanağına kondurduğu öpücüğün ardından annesine o eşsiz hediyesini vermiş.  

Anneceğim seni ben,
Çiçeklerden, yemişten 
Sarı saçlı bebekten,
Canımdan çok severim.
Gitme hep yanımda kal,  
Beni kollarına al,  
Pembe gülden daha al, 
Yanağından öperim.  

Dünyaya kucaklarındaki en güzel çiçekleri hediye eden tüm anneleri sizleri sevgi, saygı ve hürmetle kucaklarım.        





Sent from my iPhone

Saturday, 12 March 2016

Evimizin Sihirli, Sorun Çözüm Kutusu

Çocuğunuzun istenmeyen davranışlarına neden olabilecek tetikleyici sinyaller çok çeşitli kaynaklardan geliyor olabilir. Önemli olan bu tetikleyici sinyalleri zamanında farkedebilmek ve gerekli önlemleri en başından alabilmektir. Tahmin edebileceğiniz gibi, bunun için yapılması gereken genel ve geçer kaide çocuğumuzla doğru iletişim ve onu tanımaktan geçiyor.  Herşeyden önce şunu kabul etmeliyiz ki her çocuk özeldir ve özel ilgiyi haketmektedir. İhtiyaçları, beklentileri olaylar karşısındaki tepkileri de kendi karakterlerine özgüdür ve ogüne değin yaşamış olduğu deneyimlerinden etkilenmiş olarak karşımıza çıkar. Farklılıklarını daha anne karnında, yeni doğduklarında farkedersiniz. Çok basit şekli ile bunu acıkdıklarında yemek isteme hal ve haraketlerini, uyuma ile ilgili  alışkanlıklarını vb. gözlemlediğiniz görmeniz mümkündür. Karınları acıktığında gelecek yemeği isteme, o süre içersinde gösterdikleri sabretme, damak zevkleri, yiyeceği tüketme davranışları farklı farklıdır, biri çok uyku sever diğeri az, bir erkencidir diğeri gececi, biri gürültülü ortamı severken diğeri sessizliği tercih eder vb gibi.. Tüm bunları neden söylüyorum ya da yazıyorum? İlk işimizin onları ayrı ayrı bireyler olarak kabul etmemiz , gözlemleyebilmemiz ve anlamaya-tanımaya çalışmak olması gerektiğni vurgulamak için yazıyorum. İnanın onlara, ancak bu kabulden sonra yardım edebilirsiniz. Onu okuyabilir, ihtiyaçlarına, beklentilerine yönelik davranışlarına sağlıklı cevaplar bulması da rehber olabilir, yanında olduğunuzu gösterebilirsiniz.  Psikolog Paul Ekman duygular için kontrolden çıkmış trenlerdir der. Bu noktadan yola çıktığımız da duyguların özellikle eğitim çağında olan çocuklarımızı ne derece ciddi oranda yönlendirebileceğine davranışlarına aksedebileceğine dair görüşümüz daha netlik kazanabilir sanırım. Dolayısıyla bu yazımdan başlayarak zman zaman reçeteler şeklinde çocuklarımızı tanımaya-anlamaya ve onlar ve sizler için problem olabilecek bazı davranışların çözümüne yönelik evlerinizde okullarınızda, çocuk ve eğitimin söz konusu olduğu tüm mekanlarda bulundurabileceğiniz ailenizin sosyo-psikolojik yönden yaşamını sağlıklı  idamesi için: " evimizin sihirli, sorun çözüm kutusu" adını verdiğim bir sihirli kutu hazırlamanızı isteyeceğim.    Bu kutunun içinde lütfen bir de defter kalem bulunduralım. Kutumuzdaki ilk sihirli alet "sevgi" olacak . Defter gibi "sevgi" de sihirli kutularımızda iyi muhafaza etmemiz gereken , hiç değilmeyecek iki temel alet olacak. Defterleriniz zaman zaman sihirli kutudaki malzemelerimizi ve onların kullanılışını not almanız , bu aletleri işe yararlığını ve de sonuçlarını değerlendirmeniz için gerekecek! Böylece sihirli kutularınızın içine çocuğunuzun yaşına, gelişim düzeyine göre ekleyeceğiz bu aletlerimizi  zamanı geldiğinde "update edecek ya da güncellemiş olacaksınız". Tekniği biraz daha açacak olursam bu sihirli kutuyu sizin,çocuğunuzun veya ailenizin zorlandığı acil  durumlarda açacak ve tanınıza, gözleminize uygun aleti çıkarıp kullacaksınız. Biraz önce belirttiğim gibi kutunuzun İçindeki aletler çocuğunuzun yaşına ya da gelşim evresine göre çeşitkilik gösterecektir. Pratiğiniz arttıkça, ihtiyacınız olan malzemelerin neler olduğunu, bunları nerelerden, kimlerden temin edebileceğinize dair bilgi ve becerileriniz de artacak, donanım kazanacaksızınız. Ailenizle, öğrencilerinizle birlikte kazandığınız bu donanım sayesinde kullanıcıların,  sihirli kutuya olan ihtiyacını azalacaktır. Tıpkı evlerimizdeki acil durumlar için tuttuğumuz ecza dolaplarımız ve içlerindeki  malzemeler gibi!  Aile olarak gerekli tedbirleri aldığınızda, yeterli bilince ulaştığınızda, ecza çantanızın ya da dolabınızı açmaya nadiren ihtiyaç duyuyor olduğunuz gibi.    Şimdi gelelim sizlere bu yazımda önereceğim aletimizin ne olduğuna! Bu alet "Yazı tahtası" olacak. Yazı tahtaları çocuklarınızla, karşılaşabileceğiniz herhangi bir problem çözümünde strateji geliştirmede, düşünceleri görsele dökmekte sizin ve aileniz için  iyi birer iletişimi kolaylaştırma, somutlaştırma aleti, olarak sihirli kutuda yer alacak. Bu durumda portatif bir yazı tahtasını evlerinizin bir köşesinde, elinizin altında biryerlerde, çocuklarınızın odalarında hatta çantalarında, özel aracınızda  bulundurabilirsiniz.  Umarım "Evimizin Sihirli Sorun Çözüm Kutusu" ilginizi çekmiştir. Bununla ilgili sorularınız , yardım ihtiyacınız olursa bana yazdığınız takdirde emin olunuz ki seve seve yanıtlamaya çalışırım.  

Sevgiyle ve Sağlıcakla Kalın

Dip not: eğer arzu ederseniz; gerek burada çıkacak yazılarımın duyurusunu, gerekse bloğumda olmayan farklı konularda anekdotlarımı resimlerle desteklenmiş şekli ile "Psikologunuzunmutfagindan" ismi adi altında instagramımda bulabilirsiniz.  


Wednesday, 17 February 2016

Çocuklarımıza Sormuşlar : Mutlu musunuz?


Çocuk veya gencin sözkonusu olduğu hemen her yazımda ortak nokta: önce mutlu çocuk, mutlu genç, mutlu öğrenci   ardından; başarılı çocuk, başarılı insan vurgusudur. Son zamanlarda bilimsel dergilerdeki makalelerde ya da yabancı basında sıkça tartışıldığına rastladığım başlıklar genel olarak: çocuklarımız, öğrencilerimiz mutlu mu, onları mutlu eden gerçek faktörler neler, ruhsal sağlık durumları, giderek artan kronik yalnızlık sorunları, meslek seçimilerinde mutluluk koşulu vb. tarzındadır. Bu konular özellikle İngiltere'de, uzun süredir ciddiye alınıp, takip edilen ve tesbit edilen sorunlar karşısında çok daha geç kalmadan gerekli adımların atılmaya çalışıldığı hususlardır. 


Son yıllarda yalnızlaşmanın ya da bireyselliğin hızla arttığı toplumlarda aile-çocuk bağları giderek farklı boyutlara ulaşıyor! Bu gibi toplumlarda genellikle eşlerin her ikisininde tam zamanlı olarak çalıştığı aileler yaşam alanlarını işlerinin gerektirdiği koşullara göre seçmek zorunda kalınca uzun süredir yaşadıkları aile ve arkadaş  çevrelerinden uzaklaşmak zorunda kalmaktadırlar! Böyle olunca aile bağları,  bugüne değin oluşmuş yakın arkadaş ve/veya komşu ilişkileri giderek zayıflamaya başlamıştır. Dolayısıyla da bu kişilerle birlikte buluşup, görüşebileceğimiz samimi ortam, paylaşım düzeyleri şekil değiştirmeye; samimi ve güvene dayalı ilişkiler yerini daha resmi, mesafeli, geçici, çıkara dayalı, hatta tabiri caizse "üstün körü ilişkilere! " bırakmak zorunda kalmıştır! Şimdilerde bu manzaraya bir de hayatımıza hızla giren sanal ilişkiler ekeleniyor! Kısaca  iletişimdüzeyi ve kalitesi eskisine nazaran boyut değiştiriyor! Oysa yeni doğan bir bebekten başlayarak, bireylerin ruhsal olarak sağlıklı gelişiminde devamlılığı olan ve de güvene dayalı bir birliktelik çerçevesinde oluşmuş ilişki bağlarının büyük önemi vardır. 


Şubat ayı içersinde Guardian gazetesinde karşılaştığım ve oldukça ilgimi çeken bir haber ; 8 ila 12 yaşlar arasındaki çocukların mutluluk düzeylerine yönelik yapılmış bir anket ve sonuçlarına dikkat çekmişti. 16 ülke arasında yapılmış söz konusu ankette yöneltilen sorular; çocukların *aile hayatı,  *arkadaş ortamı, * okul çevresi , *yaşadıkları bölge, *kişisel sağlık, *çocuk  hakları *parasal durum vb. başlıklar çerçevesinde hazırlanmış. Şimdi gelelim kısaca bu anketin sonuçlarının ne olduğuna? Ankete katılan ülkeler şunlar: Romanya, Türkiye, İsrail, Polonya, Kolombiya, Malta, İspanya, Cezayir, İngiltere, Güney Afrika, Norveç, Estonya, Almanya, Güney Kore, Etiyopya ve Nepal.   

Bu ülkelerin içinde İngiltere, en mutludan mutsuza sıralamasında 8 yaş çocukları için, şaşırtıcı bir şekilde 13. gelmiş! Türkiye ise bu tabloda en üst sıralarda, Romanya'nın hemen arkasında 2.sırada yer alıyor.


Karşılaşmış olduğum bu tablodaki sonuçlar, aklıma bir yığın soruyu getirdi! İngiltere'nin 13, Türkiye'nin 2. sıradayer almasının sebepleri neler olabilirdi? Acaba Türkiye'de olup da İngiltere'de olmayan ve çocukların yaşadıkları çevrede mutluluğunu etkileyen yaşam koşulları ne ya da nelerdi? Sağlık ve güvenlik seviyesi? Eğitim seviyesi? Ekonomik sebepler? Toplumsal sebebler? Aile kavramı, yapısı, ilişkileri? Arkadaş ilişkileri? Yaşam biçimi? Gelenekler?  Bunlardan hangisi ya da hangileri olabilrdi?


Genel kanıya bakarsak, sosyo ekonomik olarak refah seviyesine ulaşmış, gelişmiş ülkelerin çocuklarının daha mutlu olmasını beklemeliyiz. Oysa daha önceki yıllarda da 2007de ve 2012de yapılmış çalışmaların sonuçlarında 26 endüstri ülkesi arasından İngiltere ve Amerika en alt sıralarda yer almış. Gazeteci yazar Homa Khaleeli, Eylül 2014'de Guardian Gazetesindeki yazısında bahsettiği benzer çalışmada; 133 ülke arasında Panama'nın birinci geldiğini yazıyor. Oysa bugüne değin iskandinav ülkelerinin genelikle de Danimarka'nın birinci geldiğinden bahsediyor. Bu defa nasıl olup da Panama öne geçmişti. Söz konusu yazıda bu sonucu ülkenin gelişen ve büyüyen ekonomisi yanında, hala koruyabildikleri gerek kültürel bağların gerekse güçlü aile bağlarına dayandırıyor. Ailelerin eskiden olduğu gibi bugün de her pazar günü yemek sofrasında bir araya gelmeye devam ettiklerine işaret ediyor. Bunun yanısıra yazıda güzel bir doğa ve çevreye sahip oluşlarının da Panamalı çocukların ailelerin  mutluluğunda rolü olduğuna işaret etmektedir.


Yaşamın son derece hızlı olduğu gelişmiş ülkelerde genellikle anne-baba çalışmaktadır, özellikle de her ikisi de tam zamanlı çalışmak zorunda ise çocuklar daha bebek denecek kadar erken yaşlarda kreşlere, bir bakıcıya  teslim edilebilmektedir ki bu bakıcılar değişkenlik gösterebilir. Bu ebeveynlerin çocuklarını görme, onunla vakit geçirebilme şansı oldukça zordur! Bazı ülkelerde çocukların resmi olarak eğitim -öğretime başlama yaşı oldukça erken olabilmektedir ki mesela İngiltere'de bu yaş 4'tür. Okula başlamaları ile birlikte bu çocukların katıldıkları sosyal etkinliklerin sayısı da artmaya başlar. Dolayısıyla bu etkinlikler başladığında aile ortamından uzak kalma ihtimalleri çok yüksek olur. O gün katılmış oldukları etkinlikler bitip de eve dönüş saati geldiğinde; eğer çocuk

yemeği dışarda yemediyse uyku saatine kadar önce yemeğini yer, sonra varsa ödevini yapar yoksa odasındaki televizyon ya da elektronik aletlerden herhangi biri ile oyalanır ardından duşunu alır ve yatağına gider. Tahmin edilebileceği gibi aile eğer yemek sofrasında birlikte olamadı ise çocuğun hafta içinde ailesi ile bire-bir paylaşıma, sohbete pek de vakit kalmamıştır! Bu durum hafta sonlarında ya da tatillerde doruğa çıkabilir. Bu zamanlarda aktiviteler artabilir, aileden uzakta geçirebilecekleri geziler planlanabilir, alışveriş ile zaman geçirilebilir vs . Aslında tüm bunlar çocuğun gelişimi için  istemediğiniz şeyler önemsiz şeyler değildir ancak burada vurgulamaya çalıştığım bu koşturmacada ailenin çocukları ile olan paylaşımının düzeyi, seviyesi, kalitesi, ne derce verimli olup olmadığı, bu süreçte çocuklarını ve de kendilerini sürüklemiş olabilecekleri stres ya da çatışmanın aileye nasıl yansıyıp yansımadığıdır!


Yalnızlaşmanın henüz çok da yüksek olmadığı toplumlarda ise akrabalık ilişkileri, komşuluk bağları hala devam etmektedir. Anne- baba çalışıyorsa bebek yaşlardaki çocuğa devamlı bir şekilde büyükanne- büyükbaba ya da  yakın bir akraba, tanıdık diyebileceğimiz kişiler bakmaktadır. Çocuk anne ya da babanın  çok da uzun süre uzak kalmadığı, bu tanıdık ortamda büyürken sadece bir çekirdek ailenin ona sunabileceği sevgiden çok daha fazlasını almaktadır. Devamlı bir şekilde seveni ve bu yaşlarda ihtiyacı olan ilgiyi karşılayanı çoktur kısaca. Öyle inanıyorum ki sevgi kaynağı artan çocuğun mutluluk seviyesi akabinde sağlıkl,  büyüme ihtimali katbekat artmaktadır ( burada gösterilen ilgi, sevgi ve alakanın şımarıklığa sebep olabilecek türü ya da dozda olanını konun dışında tutmak isterim).

 

Yukarıda çizmeye çalıştığım çerçeve dahilinde, Psikanalist John Bowlby 'nin şu sözüne dikkatinizi çekmek ardından da çarpıcı bir gözleminden bahsetmek isterim. Bowlby, anne ve çocuk bağlarının önemini ve bu bağların herhangi bir şekilde zarar görmesi ya da kopması halinde doğabilecek sorunları kapsayan " Bağlanma Teorisi"nin kurucusudur. Çocuklarda erken yaşlarda oluşturulması gereken güçlü bağların ileride yaşayacakları çevreyi anlamak ve geliştirmek için şart olduğunu savunur. Bu yaşlardaki bağlanma ve bağın kalitesi, çocuğun gelecekteki bütün ilişkileri için, bir ilk örnektir ve kendine karşısındakilerine, topluma olan güvenin kalitesini belirleyecektir, Bu konudaki çalışmalarından yola çıkarak bizlere şu mesajı vermiştir: "Bağlanma davranışı insan karakterini beşikten mezara kadar etkiler.".

Bowlby, tüberküloz tedavisi için beş ay ile iki yıl arasında anne bakımından uzak olan 7 ile 13 yaş arasındaki çocukların kaldığı bir sanatoryumda gözlemlerde bulunmuştur. 

Sonuçta anne bakımından uzakta kalan bu çocukların davranışlarında agresiflik, heyecanlarında aşırılık, kendine güvensizlik vb. problemlerin ortaya çıktığını gözlemlemiştir. Bu çocukların aynı zamanda geleneksel yöntemlerle yetiştirilmiş çocuklara göre daha azrekabetçi olduklarını da belirtmiştir (Psikoloji Kitabı, Alfa Yayını, 2012). 

Kanımca Bowlby'nin kuramından sizlere yansıttığım örnek çok küçük de olsa yukarıda bahsettiğim son yılların anket sonuçlarına, bugünkü anne- baba ve çocuk ilişkilerine bir açıklama getiriyor.


Şimdi sizlerden ricam yönelteceğim bir kaç soruyu kendinize sormanız ve bunların cevaplarını kendinizde be ailenizde aramanızdır: Çocuğunuzun mutluluğu nelere bağlı? Onun en mutlu olduğunu gördüğünüz anlar ve ortamlar sizce hangileridir? Çocuğunuzun mutlu mu üzgün mü olup olmadığını nasıl anlarsınız? Bunu size ne gibi ortamlarda ne şekilde ifade eder? Siz dıygusal bir problemi olduğunu nekadar sürede farkında olur ve paylaşırsınız? Çocuğunuz okulunda, öğretmenleri, arkadaşları ile olan ilişkilerinde mutlu mu? Herhangi bir ruh sağlığı sorunu yaşadı mı siz bu durumun nasıl ve

nezaman farkına vardınız? Çocuklarınızın yaşadıkları problemleri çözmeye yönelik hazırlıklarınız, yaklaşımlarınız, yöntemleriniz, kaynaklarınız nelerdir? Bunun için bir başucu kitabınız, bir not defteriniz var mı acaba? Çocuğunuzun mutluluğuna katkılarınız  daha çok ne şekilde oluyor ( maddi/manevi) bunu nasıl dengeliyorsunuz? Bu katkıların karşılığında  ne gibi sonuçlar alıyorsunuz? 🍀Bazen soruları önce kendimize sormalıyız, bu sorular yaşamımıza dair, çevremizde olup bitene dair farkındalığumızı artıracak; problemlerinizin keşfinde ve çözğmünde atılmış ilk adımlar olacaktır. Unutmayalım ki,  çocuklarımızın yaşadukları dıyguları tanıması, bu duyguları doğru bir şekilde ifade edebilmesi, yaşadıkları sorunları vaktinde çözebilmesi; bu sorunları geleceğe taşımaması, kişiliğine atfetmemesi, yanlış inanışlara çevirmemesi noktasında önemlidir. Çocuklarımızın bu duygu durumlarını yaşarken farkında olup, yanlarında bu duyguları anlayabilmeleri, ifade edebilmeleri, paylaşabilmeleri için yanlarında olalım.


Sevgiyle ve sağlıcakla kalın.

 





.






Thursday, 21 January 2016

Bu Tatilde Oyun Kazansın!


Yaşımız kaç olursa olsun geçmişte oynadığımız oyunları ya da oyuncakları şöyle bir geriye dönüp bir hatırlayalım. Şimdi de bunları hatırladığımız andaki, duygularımıza konsantre olalım. Ne hissettik? Yüz ifademiz ne şekilde değişti?

Oyunlar oynadığımız ortam veya oyuncak hangi kalitede olursa olsun sanırım bu anılarla birlikte gelen duygularımızın pek çoğu içimizi ısıtan, yüzümüzü gülümseten türdendir. Kim bilir belki de bir çoğunuzun evinin bir köşesinde o günlerden bugünlere taşıdığı bir oyuncağı vardır ve orada öylece anınızı canlı tutuyor, sevdiklerinizle paylaşılmayı bekliyordur.

Gelin bir de ailemize yeni katılmış olan üyesi ile nasıl vakit geçirdiğimizi onunla ne oyunlar oynadığımızı bir düşünüp gözümüzde canlandıralım. Ben de tam şuanda size, bu çocuklarla oynamış olduğunuz oyunlar sonucunda en çok eğlenmiş olanın kim olduğunu sorsam; sanırım bu sorunun yanıtını vermek sizler için pek de kolay olmayacaktır! Acaba sonuçtan en çok mutlu olup beslenen yetişkin mi oluyor, çocuk mu?

Kapalı ya da açık ortamda oynan oyunlar; bireyleri içine alır, pozitif duygular yaşatır, üzerinden stresini, günün yorgunluğunu, skıntısını alıp götürüverir. Bireyler oyunun içine dahil olduğu andan itibaren başka bir atmosferin içine girip, oyundaki rolunü alıverir biranda. 

Bu yazımda, özellikle de çocuklarımızın dünyasında; oyunun önemi, yaşadığımız çevrede, okullarımızda buna nasıl ve ne kadar değer verildiğimiz ya da vermemiz
gerektiği konusu üzerinde durmak, bu noktadaki farkındalığımızı bir nebze pekiştirmek istiyorum.  

Oynadıkları oyunlar, çocuklarımızın gelişimini; sosyal, bilişsel, duygusal ve fiziksel yönden desteklemektedir. Aslında bunu çoğumuz biliriz ama oyunu ve oyuncakları, anaokulu yaşlarındaki çocuklara yakıştırarak; ilkokula başladıktan sonra çocuklarımızın oyuncaklar ile kendilerini ifadelerine sınırlar getirmekten, en doğal ihtiyaçlarını ketlemekten, bu duygularını içlerine hapsetmelerine sebep olmaktan kendimizi alamayabiliriz! Bu durum çocuk ile yetişkin arasında "sen çocuk musun ki bu oyuncağı istiyorsun? Bırak biraz da kardeşin oynasın! Sen büyüdün ama artık, hadi git dersini çalış, kitabını eline al .." diyaloglar şeklinde yaşanabilmektedir. 

Hal böyle olunca da çocuklarımız farkında olmadan başka arayışlar içine girerler.Kendilerini ifade edebilecek, içindeki enerjiyi, potansiyeli aktaracak, öfkesini atacak uğraşlar aramaya başlarlar! Bu tutum onların  günümüzün popüler oyuncaklarına olan ilgisini daha da artırır aslında! Hatta bana kalırsa aileler garip bir şekilde çocukların bu tür aletlerle (teknolojik oyuncaklarla) oynamalarına daha çok göz yummaktadır. Buna sebep olan faktörler; çocukların -ayaklarına dolaşmamaları adına- daha az göz önünde olmaları mıdır ? odalarının dağılmıyor, kıyafetlerinin kirlenmiyor oluşu mudur ? Bu aletler ile daha sessiz ya da bireysel de oynanıyor olabilmeleri midir? Bilemiyorum ama arkadaşları ile ya da elindeki oyuncakları ile oynamaları kısıtlanan bu çocuklar içinde bulunduğu ruh hali ile çevresine karşı agresif davranışlar gösterebilmekte, içine kapanabilmekte ve  bu tutumu dolayısıyla da yaramaz çocuk, antisosyal çocuk etiketini alabilmektedirler! 
Burada göz ardı edilmemesi gerken önemli ayrıntı; çocuğun bu davranışları göstermesine sebep oluşturabilecek gerçek ihtiyacın ne olup olmadığının ayırdına varmaktır. Unutmamalıyız, oyun ve oyuncaklar hayatın ve gelişimin birer puzzel  parçasıdır aslında. Bundan faydalanıyor olan yalnızca çocuklar da değildir!  

Düşünecek olursak, bir zamanlar çocukların mahallede, sokakta arkadaşları ile buluşup futbol, voleybol, ip atlama, saklambaç vb oynamalarına daha rahat bir şekilde fırsat  verilirdi. Oysa şimdiler de gerek güvenlik sebebi ile gerek okul hayatının yoğunluğu, ardı arkası gelmeyen sınav telaşı dolayısıyla bu imkanları oldukça kısıtlandı. Bu gibi aktiviteleri yapabilmek maddi imkanlar ile sınırlanır oldu! Oysa araştırmacalar bize dünyanın her yerinde çağımızın hızla artış gösteren problemi olan obezite, çocuklarımızın ne kadar az harakete dayalı oyun oynadığının gözle görülür bir semptomu olduğunu söylemektedir ( Guardian, Jon Honley, 2012) . 

Bazı okulların müfredatında akademik ve zorunlu olan dersler dışında yer alan yaratıcılığa, pratiğe dayalı dersler belki gene zorunlu ama müfredatta tabiri caizse kenara köşeye sıkışır oldu. Bu nasıl bu hale geldi ya da geliyor? Velilerin taleplerinin, akademik rekabetin bu manzara ya katkısı ne kadardır? Bu ihtiyacın yoksunluğunun, çocuklarımız da etkisi nedir? Bu ve benzeri sorular bir an önce ;çocuklarımızın sağlıklı gelişimi için düşünüp cevabını vermemiz ve çözüme gitmemiz gereken sorulardır. 

Yukarıda sıraladığım tartışma konusu olabilecek sorular,  sadece bizim ülkemizde değil aslında dünyada, eğitim konusunda belli seviyelere gelmiş, başka ülkelerde de tartışılmaktadır. Mesela hepimizin bildiği satranç oyununun müfredata ana ders olarak girip girmemesinin öğrenciler ve eğitim üzerinde nasıl bir etkisi olacağını milli eğitim bünyesinde tartışan, zorunlu ders olarak öğretime katan ülkeler de vardır.  

Sosyo ekonomik seviyenin düşük olduğu, şiddet ya da potansiyel suç oranına yatkınlığın yüksek olduğu semtlerde; gençlerin ya da çocukların ücretsiz veya düşük ücretle katılıp eğlenebilecekleri, sosyal olabilecekleri kapalı ya da açık oyun alanlarına yer verilmesi o bölgelerdeki mutluluk oranını, iyileşmeyi, refahı pozitif yönde etkilemekte olduğu araştırmalarda görülmektedir.  

Çocuğun oyun ihtiyacının açık havada ya da kapalı ortamlar da karşılanmasının ayrı ayrı avantajları vardır ve faydalarını karşılaştırdığınızda birinin diğerinden daha az ya da daha çok değeri olduğunu söylemeniz zordur. Mümkünse  her ikisini de çocuklarımız için dengede tutabilmek gerekir. Örneğin, Essex üniversitesinde 2010 yılında yapılmış bir araştırmada gençlerin doğa da yapma fırsatı bulduğu 5 dakikalık egzersizin gerek zihinsel sağlıkları gerekse kendilerine olan güvenleri noktasında oldukça hızlı bir artış olduğunu göstermiştir. 
Aynı şekilde oyuncaklar ister teknolojik olsun ister klasik olsun çocuğun yaşına uygun bir şekilde, içeriğine dikkat ederek -gerekirse çocuğunuza uygun olup olmadığı konusunda bir uzmana danışarak- seçilmiş ise bu oyun ve oyuncaklardan mutlaka faydalanacaklardır. Seçerken dikkatli, özenli olmalıyız çünkü bazı oyunlar çocuğunuzun gelişimine önemli derece katkı sağlayacak ya da negatif etkiye sebep olabilecektir. Mesela birtakım oyunlar konsantrasyon problemi yaşayan çocuklar için oldukça yararlı olabilirken bir takım oyunlar da hiperaktiviteyi negatif yönde tetikleyebilmekte, agresif davranışların ortaya çıkmasına, bağımlılıklara sebep olabilmektedir. 

Şimdi kısaca oyunların çocuklarımızın gençlerimizin gelişimindeki etkisini maddeler halinde özetlemek sonra da evler de çocuklarınızla oynayabileceğiniz bir kaç oyun önerisinde bulunmak istiyorum.

Oyunların  çpcuk gelişimine katkıları (Amerikan Pediyatri Akademisi, 2007)  
1.Fiziksel gelişime katkısı 
• sağlıklı, zinde, güçlü bir beden  • El-göz koordinasyon, motor beceriler • Fiziksel yönden kendine güven • stres ile başa çıkma • kıvraklık  

2.Sosyal gelişime katkısı
• İşbirliği- paylaşım • uzlaşma •sosyalleşme •kural bilinci, kural geliştirme •problem çözümü  

3.Bilişsel gelişime katkısı
•bilimsel ve matematiksel düşünme    becerisi • dil ve anlatım becerisi • araştırma, sorgulama becerisi • bağımsız düşünme  

4. Duygusal gelişime katkısı 
• empati kurabilme becerisi • dürtüsel davranışların kontrolü • kararlılık, sabırlı olma • engeller ile baş edebilme gücü • öz yeterlilik , öz düzenleme  • kendine güven • eğlence    

Açık hava ya da ev dışnda ki  oyunlarının ( bisiklet, top oyunları, jimnastik, yürüyüş, yüzme vb) yanında  evlerde faydalı olduğunu düşündüğüm bir kaç oyun örneğini paylaşmak isterim : Lego, satranç, scrabble, şifre kırma oyunu (master mind), puzzle, monopoly, play-doh vb. Sıraladığım bu oyuncaklar, çocuklarımızın yaşına ve ilgisine yönelik evlerimizde bulundurup, oynamaya teşvik edebileceğimiz eğitici oyuncaklardan sadece bir kaçıdır. 

Bir zamanlar spontan olarak oynayıp da meyvelerini topladığımız oyunların; kendi ve ailemizin hayatındaki değerinin farkına varalım, geliştirilmiş ve daha da zenginleştirilmiş haliyle hayatımızdaki yerine yeniden yerleştirmeye gayret edelim.

Özellikle çocuklarımızın bu tatilini iyi değerlendirip, onlara arkadaşları ve aileleri ile oyunlar oynayıp eğlenebileceği ortamlar hazırlayalım. Yeni dönem başladığında da bunun bir devamı olabilecek etkinliği çocuğun ilgi ve yetenekleri doğrultusunda düzenli olarak takip edebileceği bir spor dalı, belki bir müzik aleti, resim vb hayatına kazandırıp ; kendini geliştirmesine ortam hazırlayalım.  

Çocuklarımızla birlikte dışarıda veya içeride katılabileceğiniz bol oyunla renklendirilmiş bir yarı dönem tatili dilerim.

Sevgilerimle 

Monday, 11 January 2016

Teknoloji, çocuklarımız, okullarımız ve Mini Bir Test!



Son yıllarda her ne kadar evlerimizde, kıyafetlerimizde,hatta saçlarımızda eskiye özlem duyuyor olsak da teknolojiden uzak durmamız, pratik yaşantımıza katmış olduğu kolaylıklara gözlerimizi kapatmamız  mümkün değil. 

Çevremize şöyle bir baktığımızda bebek denecek yaşlardaki çocuklardan tutunda yetmişli yaşlara kadar pek çok kişinin elinde akkıllı cep telefonları, tabletler vb. 'ni görmek günümüzde çok doğal oldu. Kimi bunları telefon aracı olarak kullanıp yakınları ile iletişime geçiyor, kimi video ya da filim izliyor, kimisi araştırması için dünyanın bir başka ucundaki arşivlere giriyor, keşiflere çıkıyor, dünyayı geziyor, oyunlar oynuyor, seminerlere katılıyor daha neler neler...

Yukarıda saydığım etkinliklerin hepsi -cebimizde taşıyabilecek kadar küçük tek bir icat ile gerçekleşebiliyor!

Bahsi geçen bu icatlara sadece gençler meraklı değil, yetişkinlerde neredeyse aynı derecede tutkulu diyebiliriz. Hatta abartı yok, her iki grup arasında bunlara karşı görünmez tatlı bir yarış sezinleyebilirsiniz ! Böyle olunca da aklıma şöyle bir-iki soru geliyor: " Acaba biz mi gençleri, gençler mi bizi takip edip, örnek alıyor ?"  Başka bir soru da : "Teknolojiye karşı olan tutkunun bir  yaşı var mı acaba?" 

Her ne dersek diyelim, ne tarafından bakarsak bakalım ya da yorumlayalım; telefonlarımız, tabletlerimiz artık hayatımızın merkezinde! Evlerimizde en baş köşede, yatak odalarımızda başucumuzda, okullarımızda çantalarımızın ya da ceplerimizin içinde yer alıyor.
Peki hayranı olduğumuz bu teknolojik aletler;  hayatımıza taşımış olduğu onca kolaylığın yanında ne gibi sakıncalar  doğuruyor ki uzmanlar bu gözlemlerinden yola çıkarak yoğun bir şekilde bu konuyla ilgili araştırmalar yapıyor bulgular sonrasında da değişik platformlarda seminerler organize ediyor.

Teknolojiden doğan bu dezavantajları -dile getirsek de getirmesek de- pek çoğumuz az-çok farkındayız . Bu farkında olduğumuz sorunların çözümlerine dair birşeyler yapıyor muyuz, neler yapabiliriz peki? Şimdi okuyor olduğunuz yazımda bu problemlerin sadece bir kaçına değinip, ne gibi çözümlerle konuya yaklaşabileceğimizi paylaşmak istiyorum. 

* Bire-bir iletişimlerimiz yerini giderek sanal iletişimler almaya başladı
Teknolojik aletler aracılığı ile kurduğumuz sanal iletişimler özel hayatlarımız için birer tehdit aracına dönüşebilir hale geldi. Henüz  iyi tanımadığımız, yüz-yüze iletişim kurmadığımız yabancı diyebileceğimiz insanlar, günden güne, saatlerce sohbet edip, oyunlar oynayabildiğimiz evlerimizdeki sanal misafirlerimiz olmaya başladı.     
Oysa çocuklarımızın olgunlaşma süreci boyunca biz yetişkinler onların sağlıklı çevrelerde yetişmeleri için çabalar durur, elimizden gelenin en iyisini yapmak için uğraşırız. Onları en güvenli olduğuna inandığımız ,iyi örnek teşkil edeceğini düşündüğümüz çevrelerde  yetiştirmek isteriz. Daha küçücük yaşlarından itibaren ilk tanıştıkları insanlara karşı dikkatli olmalarını tembihleriz! Şöyle ki :   "..lütfen çocuğum iyi tanımadığın insanlara karşı temkinli ol, yabancılardan uzak dur, onlara karşı mesafeli ol, özel hayatını, problemlerini bu kişilerle paylaşmak için acele etme!" gibi hatırlatmalarla  çocuğumuzu sosyal hayata en iyi şekilde hazırlamaya çalışırız.
Biliyoruz ki ergenlik çağındaki bu çocukların hayatında, arkadaşlıkların rolü oldukça  büyüktür. Uzmanlar tarafından yapılmış deneysel araştırmalar da bunun böyle olduğuna dair gözlemlerimizi pekiştirmektedir. Özellikle gençlerin kararlar alma noktasında bu arkadaşlıkların güçlü bir etkiye sahip olduğuna dair elde edilen bulgular vardır. 
Eğer çocuklarımızın sanal  iletişim dünyasında kurmuş oldukları bu yüzlerce arkadaşı, arkadaş gruplarını bir düşünecek olursak; bu şartlar altında, onların sağlıklı ve güvenli bir sosyal çevrede yetişmeleri için gerekli ortamı hazırlamakta daha ne kadar zorlanacağımızı  tahmin edebiliriz. 

Cep telefonları - tabletler ya da bilgisayarlar ile çocuklar arasında oluşan ve alışkanlığa dönüşen bu bağ, gençlerimizin daha çok evlere, odalara kapanmalarına, ailenin hep birlikte olacağı vakitler içinde onlardan uzaklaşmalarına,  hatta yalnızlaşmalarına, uyku sorunları, duygusal problemler, düşük okul başarısı yaşamalarına sebep olabilmektedir.         
Hazır sanal iletişimi, sizlerle bu derece paylaşmışken konumuzla alakalı olabileceğini düşündüğüm ve severek izlediğim, bir filim önerim olacak sizlere  - tabi daha önce izlemediyseniz!- Filim'in orjinal adı "Her" , bizim dilimiz de ise "Aşk" olarak çevrilmiş. Spike Jone'un yönettiğ filimin başrollerinde ise Joaquin Phoenix, Amay Adams ve Scarlett Johansson oynamaktadır (not: bahsettiğim filim 15 yaş üzeri için izlemeye uygundur). Bakalım izledikten sonra sizleri ne şekilde etkileyecek, kafanızda yaşadığımız teknolojik çağa yönelik pek çok soru oluşmasına sebep olacak mı? 

* Yukarıda tasvir etmeye çalıştığım manzaraya bir de okullarımız eklendi. 
Güvenlik maksadı ile çocuklarımızın ellerine verdiğimiz telefonlar; bilinçli kullanılmadığı için okul hayatını tehdit eden unsurlar olmaya başladı. Ders sırasında zamanlı zamansız gelen text mesajları, telefon uyarıları ile derse odaklaşmak, dersten beklenen verimi almak zorlaştı. Halihazırda konsantrasyon güçlüğü yaşayan çocuklarımız üzerindeki sıkıntı daha da arttı. Daha da fenası, uygun olmayan videoların ya da resimlerin bir şekilde okul ortamına kadar gelip, bir anda öğrenciler arasında yayılma, dolayısıyla çocuk istismarı riski artmış oldu!
Kısaca öğretmenlerimizin işi daha bir zorlaştı; derslerde karşılaştıkları, öğrenme ve öğretmeye yönelik sorunlar  büyüdü.

Saydığım tüm bu dezavantajları ne şekilde ortadan kaldırabiliriz? şimdi ona bir bakalım: Problemin çözümüne dört düzeyde yaklaşmamızda fayda var. Bunlar: Milli eğitim, okul, aile ve çocuk 

. Milli eğitim düzeyinde; 
Psikologlar, rehber öğretmenler, sosyologlar gibi uzmanlarımız tarafından okullarımızdaki problemler tespit edildikten sonra -eğer gerekiyorsa- okul yönetmelikleri tekrardan gözden geçirilmeli ve yeni düzenlemeler getirilmelidir. Arkasından uygulamaya konulan, yeni  yöntem ya da kurallar iyi bir şekilde gözlendikten sonra; pozitif bir değiliklik oluşturup oluşturmadığına bakılmalı, değerlendirmeli, gerekiyorsa eksiklikleri telafi edilmelidir.

. Okul düzeyinde
Gene uzmanlarımız aracılığı ile öğretmenlerimize; okullarımıza giren teknolojik aletler, onların  kullanımı, bunlardan doğabilecek sorunlar ile nasıl baş edebilecekleri konusunda eğitim verilerek destek olunabilir. 
Bunun akabinde öğrencilere ve ailelere, her iki grup tarafından anlaşılılabilecek uygun bir dil ile; telefonların, tabletlerin okullarda ve evlerimizde bilinçli kullanımına, güvenliğine yönelik eğitim seminerleri verilebilir.
İngiltere'de London School of Economics ,akıllı telefonların sınıf içinde yasaklanmış olduğu ya da olmadığı okullarda öğrenci başarısını ölçmeye yönelik bir araştırma yapmış. Buradan çıkan bulgular göstermiştir ki cep telefonlarının sınıflarda yasaklanmış olduğu okullarda:
1. Öğrenciler öğretimden; öğretimi -ekstra bir hafta daha- uzatmış kadar faydalanmışlardır.
2. Dezavantajlı bir altyapıdan gelmiş, düşük başarı öyküsüne sahip çocukların,  eskisine göre derslerde çok daha fazla başarı göstermişlerdir ( The Psychologist, vol:28 ).
Kisaca görülüyor ki telefonların ders ortamına alınmaması öğrenci başarısını artırmıştır.

Evlerimizde, aileler düzeyinde
Ben bu konuda en büyük görevin ailelere düştüğüne inanıyorum. Çocukları ile bugüne değin karşılıklı güven ilişkisini kurabilmiş olmaları her iki taraf açısından da bir avantaj olacaktır.
Evlerdeki teknolojik aletlerin, internetin kullanımı ve güvenliği konusunda gerekli önlemler alınmış, ev üyleri yaşlarına uygun olarak eğitilmiş olmalıdır. 
Teknolojik aletlerin kullanımına yönelik evlerindeki sınırları netleştirmeli ve bu davranışların özümsenmeleri  sağlanmalıdır. Tıpkı arabaya bindiklerinde kemerlerini takma, caddeye çıktıklarında yaya geçitlerini kullanma, sofraya oturmadan önce ellerini yıkama alışkanlıklarını içselleştirmeleri  vs gibi. Evlerimizde getirebileceğimiz sınırlara örnek olarak: teknolojik aletleri yatak odalarına taşımamak, uykudan en az yarım saat önce kapatmış olmak , kullanım saatlerini netleştirmek, bu aletleri yemek sofrasına taşımamak gibi aile içi kurallar sıralanabilir. 

Japonya'da evlerde cep telefonlarının çocuklar tarafından kullanımına yönelik bir uygulama örneği de şöyle: İngiltere'de yapılan çalışmaya benzer bir uygulama da 2014 yılında Japonya'nın Kariya şehrinde  6-15 yaş çocuklarına yönelik yapılmıştır. Bu çalışmada akşam 9 dan sonra çocukların cep telefonlarını kullanılmasına yasak getirilmiştir. Çünkü Japonya'da yapılan anketlere göre 10 ile 17 yaşları arasındaki çocuklar gün içinde averaj olarak 107.4 dakika telefonda zaman geçirmektedir. Bu çocukların % 40 ının ise 2 saatten daha fazla telofonda zaman geçirdiği gözlenmiştir. Bu yasak ile çocukların telefonda daha az vakit geçirerek daha sağlıklı yaşamaları hedeflenmiştir. Diğer bir tarafdan ise akıllı telefonda indirilen uygulamalar aracılığı ile çocuklara yönelik potansiyel tacizleri önlemeyi amaçlamışlardır (Telegraph, 2014).

Ailemizde, okullarımızda başlatacağımız bu sağlıklı eğitim hiç şüphesiz gelecekte gençlerin iş dünyasındaki verimlerine de yansıyacak, toplum üzerinde pozitif etkisini mutlaka gösterecektir.  
Son olarak kendimize bu konuda farkındalık kazandırabilme ümidiyle sizleri bir minik bir teste davet ediyorum ( Psychology Today, Dale Archer). Değerlendirmeyi ise vicdanlarımıza bırakıyorum :) 

1.Telefonuz ona kolayca ulaşabileceğiniz mesafeden uzak iken kaygı duyuyor musunuz? (Cebinizden, elinizin altından vb.)  
2.Sürekli yeni mesajınız var mı diye kontrol etmek ve anında cevap vermek ihtiyacı duyuyor musunız?  
3. Bazen telefonunuzdan titreşim sesi gelmiş gibi hissediyor sonra aslında yanıldığınızı "yanlış alarm" olduğunu farkettiğiniz oluyor mu? 
 4. Facebook sayfanızı, tweetlerinşzi ya da mesajlarınızı kontrol etme telaşınız yüzünden karşınızda konuşan kişiyi dinlemediğiniz, neyden bahsettiği bile bilmediğiniz oluyor mu? 
5. Okuldaki başarınız düşüyor mu? Bunun için, okuldayken sosyal medyanızı bloke edebileceğiniz bir app in varlığından haberdar mısınız? 
6. Evden çıktınız, çıkalı neredeyse yarım saat olmuş ve telefonunuzu unutmuş olduğunuzu farkediyorsunuz kendinizi dönüp almak zorunda hissediyor musunuz? 

 Sevgilerimle