Thursday, 21 January 2016

Bu Tatilde Oyun Kazansın!


Yaşımız kaç olursa olsun geçmişte oynadığımız oyunları ya da oyuncakları şöyle bir geriye dönüp bir hatırlayalım. Şimdi de bunları hatırladığımız andaki, duygularımıza konsantre olalım. Ne hissettik? Yüz ifademiz ne şekilde değişti?

Oyunlar oynadığımız ortam veya oyuncak hangi kalitede olursa olsun sanırım bu anılarla birlikte gelen duygularımızın pek çoğu içimizi ısıtan, yüzümüzü gülümseten türdendir. Kim bilir belki de bir çoğunuzun evinin bir köşesinde o günlerden bugünlere taşıdığı bir oyuncağı vardır ve orada öylece anınızı canlı tutuyor, sevdiklerinizle paylaşılmayı bekliyordur.

Gelin bir de ailemize yeni katılmış olan üyesi ile nasıl vakit geçirdiğimizi onunla ne oyunlar oynadığımızı bir düşünüp gözümüzde canlandıralım. Ben de tam şuanda size, bu çocuklarla oynamış olduğunuz oyunlar sonucunda en çok eğlenmiş olanın kim olduğunu sorsam; sanırım bu sorunun yanıtını vermek sizler için pek de kolay olmayacaktır! Acaba sonuçtan en çok mutlu olup beslenen yetişkin mi oluyor, çocuk mu?

Kapalı ya da açık ortamda oynan oyunlar; bireyleri içine alır, pozitif duygular yaşatır, üzerinden stresini, günün yorgunluğunu, skıntısını alıp götürüverir. Bireyler oyunun içine dahil olduğu andan itibaren başka bir atmosferin içine girip, oyundaki rolunü alıverir biranda. 

Bu yazımda, özellikle de çocuklarımızın dünyasında; oyunun önemi, yaşadığımız çevrede, okullarımızda buna nasıl ve ne kadar değer verildiğimiz ya da vermemiz
gerektiği konusu üzerinde durmak, bu noktadaki farkındalığımızı bir nebze pekiştirmek istiyorum.  

Oynadıkları oyunlar, çocuklarımızın gelişimini; sosyal, bilişsel, duygusal ve fiziksel yönden desteklemektedir. Aslında bunu çoğumuz biliriz ama oyunu ve oyuncakları, anaokulu yaşlarındaki çocuklara yakıştırarak; ilkokula başladıktan sonra çocuklarımızın oyuncaklar ile kendilerini ifadelerine sınırlar getirmekten, en doğal ihtiyaçlarını ketlemekten, bu duygularını içlerine hapsetmelerine sebep olmaktan kendimizi alamayabiliriz! Bu durum çocuk ile yetişkin arasında "sen çocuk musun ki bu oyuncağı istiyorsun? Bırak biraz da kardeşin oynasın! Sen büyüdün ama artık, hadi git dersini çalış, kitabını eline al .." diyaloglar şeklinde yaşanabilmektedir. 

Hal böyle olunca da çocuklarımız farkında olmadan başka arayışlar içine girerler.Kendilerini ifade edebilecek, içindeki enerjiyi, potansiyeli aktaracak, öfkesini atacak uğraşlar aramaya başlarlar! Bu tutum onların  günümüzün popüler oyuncaklarına olan ilgisini daha da artırır aslında! Hatta bana kalırsa aileler garip bir şekilde çocukların bu tür aletlerle (teknolojik oyuncaklarla) oynamalarına daha çok göz yummaktadır. Buna sebep olan faktörler; çocukların -ayaklarına dolaşmamaları adına- daha az göz önünde olmaları mıdır ? odalarının dağılmıyor, kıyafetlerinin kirlenmiyor oluşu mudur ? Bu aletler ile daha sessiz ya da bireysel de oynanıyor olabilmeleri midir? Bilemiyorum ama arkadaşları ile ya da elindeki oyuncakları ile oynamaları kısıtlanan bu çocuklar içinde bulunduğu ruh hali ile çevresine karşı agresif davranışlar gösterebilmekte, içine kapanabilmekte ve  bu tutumu dolayısıyla da yaramaz çocuk, antisosyal çocuk etiketini alabilmektedirler! 
Burada göz ardı edilmemesi gerken önemli ayrıntı; çocuğun bu davranışları göstermesine sebep oluşturabilecek gerçek ihtiyacın ne olup olmadığının ayırdına varmaktır. Unutmamalıyız, oyun ve oyuncaklar hayatın ve gelişimin birer puzzel  parçasıdır aslında. Bundan faydalanıyor olan yalnızca çocuklar da değildir!  

Düşünecek olursak, bir zamanlar çocukların mahallede, sokakta arkadaşları ile buluşup futbol, voleybol, ip atlama, saklambaç vb oynamalarına daha rahat bir şekilde fırsat  verilirdi. Oysa şimdiler de gerek güvenlik sebebi ile gerek okul hayatının yoğunluğu, ardı arkası gelmeyen sınav telaşı dolayısıyla bu imkanları oldukça kısıtlandı. Bu gibi aktiviteleri yapabilmek maddi imkanlar ile sınırlanır oldu! Oysa araştırmacalar bize dünyanın her yerinde çağımızın hızla artış gösteren problemi olan obezite, çocuklarımızın ne kadar az harakete dayalı oyun oynadığının gözle görülür bir semptomu olduğunu söylemektedir ( Guardian, Jon Honley, 2012) . 

Bazı okulların müfredatında akademik ve zorunlu olan dersler dışında yer alan yaratıcılığa, pratiğe dayalı dersler belki gene zorunlu ama müfredatta tabiri caizse kenara köşeye sıkışır oldu. Bu nasıl bu hale geldi ya da geliyor? Velilerin taleplerinin, akademik rekabetin bu manzara ya katkısı ne kadardır? Bu ihtiyacın yoksunluğunun, çocuklarımız da etkisi nedir? Bu ve benzeri sorular bir an önce ;çocuklarımızın sağlıklı gelişimi için düşünüp cevabını vermemiz ve çözüme gitmemiz gereken sorulardır. 

Yukarıda sıraladığım tartışma konusu olabilecek sorular,  sadece bizim ülkemizde değil aslında dünyada, eğitim konusunda belli seviyelere gelmiş, başka ülkelerde de tartışılmaktadır. Mesela hepimizin bildiği satranç oyununun müfredata ana ders olarak girip girmemesinin öğrenciler ve eğitim üzerinde nasıl bir etkisi olacağını milli eğitim bünyesinde tartışan, zorunlu ders olarak öğretime katan ülkeler de vardır.  

Sosyo ekonomik seviyenin düşük olduğu, şiddet ya da potansiyel suç oranına yatkınlığın yüksek olduğu semtlerde; gençlerin ya da çocukların ücretsiz veya düşük ücretle katılıp eğlenebilecekleri, sosyal olabilecekleri kapalı ya da açık oyun alanlarına yer verilmesi o bölgelerdeki mutluluk oranını, iyileşmeyi, refahı pozitif yönde etkilemekte olduğu araştırmalarda görülmektedir.  

Çocuğun oyun ihtiyacının açık havada ya da kapalı ortamlar da karşılanmasının ayrı ayrı avantajları vardır ve faydalarını karşılaştırdığınızda birinin diğerinden daha az ya da daha çok değeri olduğunu söylemeniz zordur. Mümkünse  her ikisini de çocuklarımız için dengede tutabilmek gerekir. Örneğin, Essex üniversitesinde 2010 yılında yapılmış bir araştırmada gençlerin doğa da yapma fırsatı bulduğu 5 dakikalık egzersizin gerek zihinsel sağlıkları gerekse kendilerine olan güvenleri noktasında oldukça hızlı bir artış olduğunu göstermiştir. 
Aynı şekilde oyuncaklar ister teknolojik olsun ister klasik olsun çocuğun yaşına uygun bir şekilde, içeriğine dikkat ederek -gerekirse çocuğunuza uygun olup olmadığı konusunda bir uzmana danışarak- seçilmiş ise bu oyun ve oyuncaklardan mutlaka faydalanacaklardır. Seçerken dikkatli, özenli olmalıyız çünkü bazı oyunlar çocuğunuzun gelişimine önemli derece katkı sağlayacak ya da negatif etkiye sebep olabilecektir. Mesela birtakım oyunlar konsantrasyon problemi yaşayan çocuklar için oldukça yararlı olabilirken bir takım oyunlar da hiperaktiviteyi negatif yönde tetikleyebilmekte, agresif davranışların ortaya çıkmasına, bağımlılıklara sebep olabilmektedir. 

Şimdi kısaca oyunların çocuklarımızın gençlerimizin gelişimindeki etkisini maddeler halinde özetlemek sonra da evler de çocuklarınızla oynayabileceğiniz bir kaç oyun önerisinde bulunmak istiyorum.

Oyunların  çpcuk gelişimine katkıları (Amerikan Pediyatri Akademisi, 2007)  
1.Fiziksel gelişime katkısı 
• sağlıklı, zinde, güçlü bir beden  • El-göz koordinasyon, motor beceriler • Fiziksel yönden kendine güven • stres ile başa çıkma • kıvraklık  

2.Sosyal gelişime katkısı
• İşbirliği- paylaşım • uzlaşma •sosyalleşme •kural bilinci, kural geliştirme •problem çözümü  

3.Bilişsel gelişime katkısı
•bilimsel ve matematiksel düşünme    becerisi • dil ve anlatım becerisi • araştırma, sorgulama becerisi • bağımsız düşünme  

4. Duygusal gelişime katkısı 
• empati kurabilme becerisi • dürtüsel davranışların kontrolü • kararlılık, sabırlı olma • engeller ile baş edebilme gücü • öz yeterlilik , öz düzenleme  • kendine güven • eğlence    

Açık hava ya da ev dışnda ki  oyunlarının ( bisiklet, top oyunları, jimnastik, yürüyüş, yüzme vb) yanında  evlerde faydalı olduğunu düşündüğüm bir kaç oyun örneğini paylaşmak isterim : Lego, satranç, scrabble, şifre kırma oyunu (master mind), puzzle, monopoly, play-doh vb. Sıraladığım bu oyuncaklar, çocuklarımızın yaşına ve ilgisine yönelik evlerimizde bulundurup, oynamaya teşvik edebileceğimiz eğitici oyuncaklardan sadece bir kaçıdır. 

Bir zamanlar spontan olarak oynayıp da meyvelerini topladığımız oyunların; kendi ve ailemizin hayatındaki değerinin farkına varalım, geliştirilmiş ve daha da zenginleştirilmiş haliyle hayatımızdaki yerine yeniden yerleştirmeye gayret edelim.

Özellikle çocuklarımızın bu tatilini iyi değerlendirip, onlara arkadaşları ve aileleri ile oyunlar oynayıp eğlenebileceği ortamlar hazırlayalım. Yeni dönem başladığında da bunun bir devamı olabilecek etkinliği çocuğun ilgi ve yetenekleri doğrultusunda düzenli olarak takip edebileceği bir spor dalı, belki bir müzik aleti, resim vb hayatına kazandırıp ; kendini geliştirmesine ortam hazırlayalım.  

Çocuklarımızla birlikte dışarıda veya içeride katılabileceğiniz bol oyunla renklendirilmiş bir yarı dönem tatili dilerim.

Sevgilerimle 

Monday, 11 January 2016

Teknoloji, çocuklarımız, okullarımız ve Mini Bir Test!



Son yıllarda her ne kadar evlerimizde, kıyafetlerimizde,hatta saçlarımızda eskiye özlem duyuyor olsak da teknolojiden uzak durmamız, pratik yaşantımıza katmış olduğu kolaylıklara gözlerimizi kapatmamız  mümkün değil. 

Çevremize şöyle bir baktığımızda bebek denecek yaşlardaki çocuklardan tutunda yetmişli yaşlara kadar pek çok kişinin elinde akkıllı cep telefonları, tabletler vb. 'ni görmek günümüzde çok doğal oldu. Kimi bunları telefon aracı olarak kullanıp yakınları ile iletişime geçiyor, kimi video ya da filim izliyor, kimisi araştırması için dünyanın bir başka ucundaki arşivlere giriyor, keşiflere çıkıyor, dünyayı geziyor, oyunlar oynuyor, seminerlere katılıyor daha neler neler...

Yukarıda saydığım etkinliklerin hepsi -cebimizde taşıyabilecek kadar küçük tek bir icat ile gerçekleşebiliyor!

Bahsi geçen bu icatlara sadece gençler meraklı değil, yetişkinlerde neredeyse aynı derecede tutkulu diyebiliriz. Hatta abartı yok, her iki grup arasında bunlara karşı görünmez tatlı bir yarış sezinleyebilirsiniz ! Böyle olunca da aklıma şöyle bir-iki soru geliyor: " Acaba biz mi gençleri, gençler mi bizi takip edip, örnek alıyor ?"  Başka bir soru da : "Teknolojiye karşı olan tutkunun bir  yaşı var mı acaba?" 

Her ne dersek diyelim, ne tarafından bakarsak bakalım ya da yorumlayalım; telefonlarımız, tabletlerimiz artık hayatımızın merkezinde! Evlerimizde en baş köşede, yatak odalarımızda başucumuzda, okullarımızda çantalarımızın ya da ceplerimizin içinde yer alıyor.
Peki hayranı olduğumuz bu teknolojik aletler;  hayatımıza taşımış olduğu onca kolaylığın yanında ne gibi sakıncalar  doğuruyor ki uzmanlar bu gözlemlerinden yola çıkarak yoğun bir şekilde bu konuyla ilgili araştırmalar yapıyor bulgular sonrasında da değişik platformlarda seminerler organize ediyor.

Teknolojiden doğan bu dezavantajları -dile getirsek de getirmesek de- pek çoğumuz az-çok farkındayız . Bu farkında olduğumuz sorunların çözümlerine dair birşeyler yapıyor muyuz, neler yapabiliriz peki? Şimdi okuyor olduğunuz yazımda bu problemlerin sadece bir kaçına değinip, ne gibi çözümlerle konuya yaklaşabileceğimizi paylaşmak istiyorum. 

* Bire-bir iletişimlerimiz yerini giderek sanal iletişimler almaya başladı
Teknolojik aletler aracılığı ile kurduğumuz sanal iletişimler özel hayatlarımız için birer tehdit aracına dönüşebilir hale geldi. Henüz  iyi tanımadığımız, yüz-yüze iletişim kurmadığımız yabancı diyebileceğimiz insanlar, günden güne, saatlerce sohbet edip, oyunlar oynayabildiğimiz evlerimizdeki sanal misafirlerimiz olmaya başladı.     
Oysa çocuklarımızın olgunlaşma süreci boyunca biz yetişkinler onların sağlıklı çevrelerde yetişmeleri için çabalar durur, elimizden gelenin en iyisini yapmak için uğraşırız. Onları en güvenli olduğuna inandığımız ,iyi örnek teşkil edeceğini düşündüğümüz çevrelerde  yetiştirmek isteriz. Daha küçücük yaşlarından itibaren ilk tanıştıkları insanlara karşı dikkatli olmalarını tembihleriz! Şöyle ki :   "..lütfen çocuğum iyi tanımadığın insanlara karşı temkinli ol, yabancılardan uzak dur, onlara karşı mesafeli ol, özel hayatını, problemlerini bu kişilerle paylaşmak için acele etme!" gibi hatırlatmalarla  çocuğumuzu sosyal hayata en iyi şekilde hazırlamaya çalışırız.
Biliyoruz ki ergenlik çağındaki bu çocukların hayatında, arkadaşlıkların rolü oldukça  büyüktür. Uzmanlar tarafından yapılmış deneysel araştırmalar da bunun böyle olduğuna dair gözlemlerimizi pekiştirmektedir. Özellikle gençlerin kararlar alma noktasında bu arkadaşlıkların güçlü bir etkiye sahip olduğuna dair elde edilen bulgular vardır. 
Eğer çocuklarımızın sanal  iletişim dünyasında kurmuş oldukları bu yüzlerce arkadaşı, arkadaş gruplarını bir düşünecek olursak; bu şartlar altında, onların sağlıklı ve güvenli bir sosyal çevrede yetişmeleri için gerekli ortamı hazırlamakta daha ne kadar zorlanacağımızı  tahmin edebiliriz. 

Cep telefonları - tabletler ya da bilgisayarlar ile çocuklar arasında oluşan ve alışkanlığa dönüşen bu bağ, gençlerimizin daha çok evlere, odalara kapanmalarına, ailenin hep birlikte olacağı vakitler içinde onlardan uzaklaşmalarına,  hatta yalnızlaşmalarına, uyku sorunları, duygusal problemler, düşük okul başarısı yaşamalarına sebep olabilmektedir.         
Hazır sanal iletişimi, sizlerle bu derece paylaşmışken konumuzla alakalı olabileceğini düşündüğüm ve severek izlediğim, bir filim önerim olacak sizlere  - tabi daha önce izlemediyseniz!- Filim'in orjinal adı "Her" , bizim dilimiz de ise "Aşk" olarak çevrilmiş. Spike Jone'un yönettiğ filimin başrollerinde ise Joaquin Phoenix, Amay Adams ve Scarlett Johansson oynamaktadır (not: bahsettiğim filim 15 yaş üzeri için izlemeye uygundur). Bakalım izledikten sonra sizleri ne şekilde etkileyecek, kafanızda yaşadığımız teknolojik çağa yönelik pek çok soru oluşmasına sebep olacak mı? 

* Yukarıda tasvir etmeye çalıştığım manzaraya bir de okullarımız eklendi. 
Güvenlik maksadı ile çocuklarımızın ellerine verdiğimiz telefonlar; bilinçli kullanılmadığı için okul hayatını tehdit eden unsurlar olmaya başladı. Ders sırasında zamanlı zamansız gelen text mesajları, telefon uyarıları ile derse odaklaşmak, dersten beklenen verimi almak zorlaştı. Halihazırda konsantrasyon güçlüğü yaşayan çocuklarımız üzerindeki sıkıntı daha da arttı. Daha da fenası, uygun olmayan videoların ya da resimlerin bir şekilde okul ortamına kadar gelip, bir anda öğrenciler arasında yayılma, dolayısıyla çocuk istismarı riski artmış oldu!
Kısaca öğretmenlerimizin işi daha bir zorlaştı; derslerde karşılaştıkları, öğrenme ve öğretmeye yönelik sorunlar  büyüdü.

Saydığım tüm bu dezavantajları ne şekilde ortadan kaldırabiliriz? şimdi ona bir bakalım: Problemin çözümüne dört düzeyde yaklaşmamızda fayda var. Bunlar: Milli eğitim, okul, aile ve çocuk 

. Milli eğitim düzeyinde; 
Psikologlar, rehber öğretmenler, sosyologlar gibi uzmanlarımız tarafından okullarımızdaki problemler tespit edildikten sonra -eğer gerekiyorsa- okul yönetmelikleri tekrardan gözden geçirilmeli ve yeni düzenlemeler getirilmelidir. Arkasından uygulamaya konulan, yeni  yöntem ya da kurallar iyi bir şekilde gözlendikten sonra; pozitif bir değiliklik oluşturup oluşturmadığına bakılmalı, değerlendirmeli, gerekiyorsa eksiklikleri telafi edilmelidir.

. Okul düzeyinde
Gene uzmanlarımız aracılığı ile öğretmenlerimize; okullarımıza giren teknolojik aletler, onların  kullanımı, bunlardan doğabilecek sorunlar ile nasıl baş edebilecekleri konusunda eğitim verilerek destek olunabilir. 
Bunun akabinde öğrencilere ve ailelere, her iki grup tarafından anlaşılılabilecek uygun bir dil ile; telefonların, tabletlerin okullarda ve evlerimizde bilinçli kullanımına, güvenliğine yönelik eğitim seminerleri verilebilir.
İngiltere'de London School of Economics ,akıllı telefonların sınıf içinde yasaklanmış olduğu ya da olmadığı okullarda öğrenci başarısını ölçmeye yönelik bir araştırma yapmış. Buradan çıkan bulgular göstermiştir ki cep telefonlarının sınıflarda yasaklanmış olduğu okullarda:
1. Öğrenciler öğretimden; öğretimi -ekstra bir hafta daha- uzatmış kadar faydalanmışlardır.
2. Dezavantajlı bir altyapıdan gelmiş, düşük başarı öyküsüne sahip çocukların,  eskisine göre derslerde çok daha fazla başarı göstermişlerdir ( The Psychologist, vol:28 ).
Kisaca görülüyor ki telefonların ders ortamına alınmaması öğrenci başarısını artırmıştır.

Evlerimizde, aileler düzeyinde
Ben bu konuda en büyük görevin ailelere düştüğüne inanıyorum. Çocukları ile bugüne değin karşılıklı güven ilişkisini kurabilmiş olmaları her iki taraf açısından da bir avantaj olacaktır.
Evlerdeki teknolojik aletlerin, internetin kullanımı ve güvenliği konusunda gerekli önlemler alınmış, ev üyleri yaşlarına uygun olarak eğitilmiş olmalıdır. 
Teknolojik aletlerin kullanımına yönelik evlerindeki sınırları netleştirmeli ve bu davranışların özümsenmeleri  sağlanmalıdır. Tıpkı arabaya bindiklerinde kemerlerini takma, caddeye çıktıklarında yaya geçitlerini kullanma, sofraya oturmadan önce ellerini yıkama alışkanlıklarını içselleştirmeleri  vs gibi. Evlerimizde getirebileceğimiz sınırlara örnek olarak: teknolojik aletleri yatak odalarına taşımamak, uykudan en az yarım saat önce kapatmış olmak , kullanım saatlerini netleştirmek, bu aletleri yemek sofrasına taşımamak gibi aile içi kurallar sıralanabilir. 

Japonya'da evlerde cep telefonlarının çocuklar tarafından kullanımına yönelik bir uygulama örneği de şöyle: İngiltere'de yapılan çalışmaya benzer bir uygulama da 2014 yılında Japonya'nın Kariya şehrinde  6-15 yaş çocuklarına yönelik yapılmıştır. Bu çalışmada akşam 9 dan sonra çocukların cep telefonlarını kullanılmasına yasak getirilmiştir. Çünkü Japonya'da yapılan anketlere göre 10 ile 17 yaşları arasındaki çocuklar gün içinde averaj olarak 107.4 dakika telefonda zaman geçirmektedir. Bu çocukların % 40 ının ise 2 saatten daha fazla telofonda zaman geçirdiği gözlenmiştir. Bu yasak ile çocukların telefonda daha az vakit geçirerek daha sağlıklı yaşamaları hedeflenmiştir. Diğer bir tarafdan ise akıllı telefonda indirilen uygulamalar aracılığı ile çocuklara yönelik potansiyel tacizleri önlemeyi amaçlamışlardır (Telegraph, 2014).

Ailemizde, okullarımızda başlatacağımız bu sağlıklı eğitim hiç şüphesiz gelecekte gençlerin iş dünyasındaki verimlerine de yansıyacak, toplum üzerinde pozitif etkisini mutlaka gösterecektir.  
Son olarak kendimize bu konuda farkındalık kazandırabilme ümidiyle sizleri bir minik bir teste davet ediyorum ( Psychology Today, Dale Archer). Değerlendirmeyi ise vicdanlarımıza bırakıyorum :) 

1.Telefonuz ona kolayca ulaşabileceğiniz mesafeden uzak iken kaygı duyuyor musunuz? (Cebinizden, elinizin altından vb.)  
2.Sürekli yeni mesajınız var mı diye kontrol etmek ve anında cevap vermek ihtiyacı duyuyor musunız?  
3. Bazen telefonunuzdan titreşim sesi gelmiş gibi hissediyor sonra aslında yanıldığınızı "yanlış alarm" olduğunu farkettiğiniz oluyor mu? 
 4. Facebook sayfanızı, tweetlerinşzi ya da mesajlarınızı kontrol etme telaşınız yüzünden karşınızda konuşan kişiyi dinlemediğiniz, neyden bahsettiği bile bilmediğiniz oluyor mu? 
5. Okuldaki başarınız düşüyor mu? Bunun için, okuldayken sosyal medyanızı bloke edebileceğiniz bir app in varlığından haberdar mısınız? 
6. Evden çıktınız, çıkalı neredeyse yarım saat olmuş ve telefonunuzu unutmuş olduğunuzu farkediyorsunuz kendinizi dönüp almak zorunda hissediyor musunuz? 

 Sevgilerimle

Saturday, 2 January 2016

Yeni bir yıla girerken


Yeni aldığımız bir kitap sayfasının kapağını ilk açılışı kadar küçük ama heyecan dolu bir başlangıçtan tutunda; evimizin herhangi bir köşesinde -gözünün içine baktığımız- en küçük bir canlının, bir çiçeğin dünyaya gelişini karşılamak kadar büyük ve mucizevi bir mutluluk;  içimizdeki varolma isteği ve geleceğe sevgiyle bakma ihtiyacına ,yeni umutların yeşerebilmesine aracı olur. Küçük büyük bu başlangıçların farkına varıp; onlara merhaba deyip umutlarımıza ilk günkü gibi asılalım, yenilerinin kapımızı çalmasına izin verelim ki bununla birlikte sağlıklı, huzurlu, mutlu, başarılı bir yıl  ve yıllar hepimizin olsun.   
Yeni ve her güzel başlangıçın umutlarımızı yeşertmesi, yeşeren umutlarımızın çiçeğe dönüşmesi, bu çiçeklerin yaşamımıza renk katması dileğiyle...

Tersini çevirdiğimiz yaşamı düz yüzüne çevirip yeniden giyinelim!

Sevgili gençler, gayretlerinizin karşılıksız kalmaması için göz ardı etmemeniz gerken adımların farkında mısınız? Güçlü beden ve ruh sağlığının size ödülü olan, başarılı ve mutlu yaşamı elde etmenin yolu, yaşantınıza dair basit ve temel kaidelere yönelik farkındalık kazanmamızdan geçiyor. Kannatime göre geçmişte hali hazırda farkında olduğumuz bu neden-sonuç ilişkisini bir şekilde son yıllarda kaybettik! Ya da hızlı yaşam temposunun içinde tersine çevirdik! Bu hal bir tek siz gençlerde değil, biz yetişkinlerde görülür oldu. Kaybettiğimiz neden- sonuç ilişkisi nedir peki. Neden : Sağlıklı bir yaşam  sonuç
İse başarılı ve mutlu bir gelecektir. 
Günlük hayatta yapacağımız işlerin çokluğu, yetişeceğimiz randevu listesinin kabarıklığı, gerek gençlerimizi gerekse aileleri bir telaşa düşürdü. Öğünlerden ve yemek sürelerinden çalmaya başladık! Sofraları kaldırıp hızlı ve ayakta yemek yeme alışkanlığı edindik! Uyku saatlerimizden çalmaya başladık budefa da uyku dengemiz bozuldu... Bunlardan  çaldığımızda daha verimli, daha dolu dolu yaşayacağımızı düşünmeye başladık. Ama gün geçtikçe gerçek zenginliğimiz olan beden ve ruh sağlığımızdan kaybeder olduk. Stresimiz ile bile birlikte öfkemiz arttı, tahammül seviyemiz düştü! Kısaca bu tempoda neden- sonuç ilişkisi karıştı ; hızlı yaşantının akabinde başarı ve mutluluğu getirecek beklentisi oluştu! Gençler olarak sizler, yetişkinler olarak da bizler çok gecikmeden bedensel ve ruhsal sağlığımıza dair farkındalık kazanmalı, ardından alışkanlıklarımızı gözden geçirmeli ve dengelemeliyiz. Tersine çevirdiğimiz yaşamlarumızı düz yüzüne çevirip yeniden giyinmeliyiz! 
Bu doğrultuda farkındalık kazanmamız gereken alanların neler olduğunu bunları rutinlerinizin arasına nasıl yerleştirebileceğine bir bakalım. 

Sağlıklı beslen- kaliteli uyu-spor yap- zinde ol 
Beslenme: Sağlıklı ve dengeli beslenmeniz yalnızca beden sağlığınız için değil, zihinsel ve ruhsal sağlığınız için de çok önemlidir. Beslenme problemlerine bağlı olarak depresyon, kaygı, öğrenme, bağımlılık gibi bozuklukların ortaya çıktığını araştırmalar bizlere gösteriyor(Psychology Today, Davide Sack). 
Vücudunuzdaki şeker anlamına gelen glukoz, yaşam için en önemli karbonhidratlardan biridir. Glükoz, beyninizin, düşünebilme yetinizin, olmazsa olmaz yakıtıdır.  Metebolizmamız ise beyaz un içeren yiyecekler, bisküviler ve şekerlerden elde edilebilecek glukozdan ziyade karışık karbonhidrat içeren tam tahıllı yiyecekler, baklagiller, sebze ve meyvelerden elde edilen glukozu tercih eder. Çünkü bu yiyeceklerden elde ettiği enerjiyi daha uzun süre koruyabilir ve kullanabilir.  Çok miktarda şeker içeren yiyecekler, alkol. çay, kahve ya da asitli içecekler kan şekerinizi hızlı bir şekilde yükseltip-alçaltır bu da sizde sinir, endişe, baş dönmesi, uyku bozukluklarını tetikler. Glikoz miktarındaki dolayısıyla kan şekerinizdeki düşme dikkat dağınıklığı, öğrenme zayıflığına sebep olabilmektedir. 
Unutmayın düzenli beslenerek, öğünlerinizi atlamayarak, zihinsel fonksiyonlarınızın mükemmel çalışması için gerekli yakıtı sağlamış olacaksınız! 

Uyku: Stressiz geçecekverimlı olabilecek bir gün, iyi bir  konsantrasyon ve öğrenme için vücudun kaliteli bir uykuya ihtiyacı vardır. Bunu kazaanmak için şunlara dikkat edin  
* Uykuya gidiş ve uyanma saatlerinizi aksatmayın. Özellikle okul ve iş günlerinde aynı saatlerde saatlerde uyuyup uyanmayı alışkanlık edinin. 
* uykuya hazırlık rutinleriniz olsun. Uykudan önce kafein yerine rahatlatıcı bir bitki çayı,  ılık bir duş almak  vs.. 
*uyku saatinizden yaklaşık 30 dakika once  tv, tablet, bilgisayar vb teknolojik aletlerinizi kapatın.
* odanız yeterince karanlık, havalanmış, uyuyabileceğiniz bir sıcaklıkta olsun 
*uyku kalitenizi düşürecek, uyumanızı güçleştirecek yiyecek ve içeceklerden uzak durun:  alkol, baharatlı, yağlı ağır yiyecekler, kahve, çikolata, şeker gibş ( national sleep foundation).

Egzersiz : Hafta da en az üç kez de olsa yapacağınız minimum 30 dakikalık yürüyüşün, ruhsal ve bedensel sağlık olarak size mutlaka geri döneceğini farkedeceksiniz. İdeali, bu egzersileri ya da sporu haftada 5 güne çıkarmanızdır. Ancak böyle bir düzeni alışkanlığa çevirebilmek için 3 günlük bir program ile başlamak için kendinize söz verirseniz bu size hem verdiğiniz sözünü tutmamanız için bahane bulmanz zor olacaktır, hem de alışkanlığa dönüştürmeniz için iyi bir başlangıç dozu olacatır.  

Kendine inan-güven-saygı duy: 
Kendinize karşı olan bakışınızın, zayıf ve güçlü yönlerinizin farkında olmanız; saygı ve güven noktasında önemlidir. Bu güvenin, düşük oluşunun sizde problemlere yol açacağı gibi tam dersi kendinize aşırı güven durumu da problemlere yol açar.  Bu durumda kendinizi iyi tanımanız, varolan potansiyelinizin farkında olmanız size yardım edecektir.
Kendi benliğinize olan saygıda, kendinize olan güvende düşüklük ya da problemler depresyon, anksiyete, yeme bozukluğu gibi psikolojik sağlık sorunlarını tetikleyebilir. Sosyalleşmenizi, akademik başarınızı, iş kalitenizi, zorluklarla başa çıkabilme cesaretinizi, olumsuz yönde etkileyebilir. Peki bu gibi bir durumda size neler nasıl yardım edebilir. 
*kendine karşı olan olumsuz inançlarını gözden geçir, farkına var, bunları listele. Bu düşüncelere nelerin sebep olmuş olabileceğini bul. Bunların tersi durumları   gör ve karşılarına not al. Mesala aldığın olumsuz bir eleştirinin karşısına aynı ya da benzer konuyla ilgili bir başkasından almış olabileceğin pozitiflerinş düşün notlarına ekle.
* kendinle ilgili olumlu düşüncelerinin, en beğendiğin özelliklerinin farkına var, başarılarına odaklan, pozitif bakış geliştir.  
* İletişim kurduğun çevrenin farkına var. Bu çevre senin kendini nasıl hissetmene sebep oluyor bir aradayken kendine dair hislerin nasıl oluyor( değerli- değersiz, negatif- pozitif vb.) ? Buna bir çözüm olarak sana kendini değersiz hissetiren çevreyle bir arada olma sıklığını düşürebilir, daha iyi hissettiren çevre ile ise birlikteliğini artırabilirsin. 
*hedeflerini belirle; bu doğrultuda attığın adımları takip et hedefe doğru ilerlediğinin farkına var. 
*Yardıma muhtaç kişi ya da kurumlara yardım et.
*başarıların yanında başarısızlıkların, zaferlerin yanında hayal kırıklıklarının da  olabileceğini unutma! Yaptığın hatalar öğrenmene ve yolunda ilerlemene aracın olsun.  

Okul ya da iş dışında rahatlamak için mutlaka kendinize vakit ayırın, eğlenin. 
Her ne kadar yoğun  olursanız olun daha verimli olabilmeniz, rahatlamanız , tazelenmeniz için çalışmaya bir ara vermelisiniz. Bu ara güzel bir filim izleyerek, hobinize vakit ayırarak, yürüyüş yaparak, rahatlama tekniklerini uygulayarak, bir arkadaşla buluşarak vs şeklinde olabilir. O günkü programınız nasıl bir ara yapacağınızı belirlemede size yardımcı olacaktır. Ama mutlaka her yoğun çalışmanın  arkasından sizi rahatlatacak bir etkinliğiniz olsun.   

Yalnızlığa Dikkat! Arkadaşlarına ve ailene vakit ayırmmayı ihmal etme
Chicago üniversitesinde Professor olan John Cacioppo'nun araştırmasına göre yalnzlık en az obezite kadar yaşlı insanlarda ölüme sebebidir. Ama bundan daha ilginci benzer araştırmalar yalnızlık genç yetişkinler arasında salgın bir hastalık. 2010 senesinde yapılan araştırmada yalnızlık  yaşlılardan ziyade gençlerde görülmekte olan bir problem. 18-34 yaşlarındaki kişiler arasında yapılan ankete göre bu yaşlarda görülen yalnızlık hissi,yalnızlığın sebep olduğu depresyon 55 yaşın üstündeki insanlara göre çok daha fazla (Guardıan, 2014). Gördüğünüz gibi araştırmalar bize yalnızlığın, özellikle gençler arasında, giderek yaygılaştığını ve psikolojik problemlere sebep olduğunu gösteriyor.  

Çevrenizdeki en yakın arkadaşlarınız ve aileniz sizi en yakından tanıyan, size sizi yansıtan en değerli hazinelerinizdendir. Onlarla değer bulur onlarla var olursunuz. Varlığınızla ne kadar değerli olduğunuzu bu çevrede anlar, hissedersiniz. Ancak öyle anlarınız olur ki bazen kendinizi bu grup dahil, pek çok kişiden soyutlamak istersiniz. Problemlerinizi içinizde yaşar, belki en yakınlarınızı rahatsız etmemek adına, belki de sorunu paylaşmaktan çekindiğiniz için yalnız kalmayı tercih edersiniz. Oysa ne zaman ki bu kişilerden biriyle yaşadığınız sıkıntıyı paylaşırsınız, işte ozaman rahatladığınızı farkeder, niye daha önce paylaşmamış olduğunuzun pişmanlığını yaşarsınız. Sizi iyi bilen bu arkadaşlarınız ve aileniz en yakındaki danışmanınız olabilir. Onlarla stres atar, onlarla güler, onlarla ağlar rahatlar, problemlerinizi çözersiniz. Unutmamalısınız ki; sizin kendinizden bile inkar ettiğiniz bazı değişiklikleri önce onlar farkeder ve sizin de farketmenize ayna olur.  

Yardımlaşma, gönüllü hizmet
Çevrenizde yardıma ihtiyacı olan kurum kuruluşlarda gönüllü bir hizmete katılmak, yardımda bulunmak size ve çevrenizdekilere değer katacak, tecrübenizi artıracaktır. Araştırmalar gönüllü çalışmalara katılanların daha mutlu, sağlıklı hatta daha uzun ömürlü olduklarını gösteriyor.  

Yardım istemekte gecikmeyin!
Problem sürecinin uzaması, sorunu inkar etmeniz yaşanılan her ne ise onu ilerki yaşlara taşımanıza aktarmanıza sebep olur. Araşyırmalar gösteriyor ki 18 li yaşlarda ya da gençlik yaşlarınızda çözümü ertelenmiş depresyon gibi ruhsal  rahatsızlıklarınız acısını ilerki yaşlardan çıkartıyor, 35 li yaşlarda daha ciddi bir şekilde bu problemlar gün ışığına çıkıyor 
Yaşadığınız problemler ile baş edemediğinizde, sorun uzayıp kendinizi çaresiz hissettiğinizde, bı durum rutinlerinizi yapmanıza engel olduğunda yakınlarınızdan ve /veya probleminizle ilgili bir  uzmandan gecikmeden yardım isteyin.  Bu sayede yaşadığınız problem dolayısıyla rayından çıkmış olan hayatınız hasar büyümeden önce tekrar rayına girecektir. 

Barış Manço sayesinde hepimizin çok iyi bildiği benim de çok sevdiğim ama farkındalık eksenimizin odağından kaçırdığımız  Kanuni Sultan Süleyman'a ait bir güzel sözle yazımı bitirmek istiyorum "Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi olmaya devlet cihada bir nefes sıhhat gibi". 

Sevgilerimle